Türk Ermeni İlişkilerinde Siyasi ve Kültürel Boyut

Türk-Ermeni İlişkilerinde Siyasi ve Kültürel Boyut
Dr. Yaşar KALAFAT

ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 12-13, Kış 2003 – İlkbahar 2004

Title: The Political and Cultural Dimension of Turkish-Armenian Relations
Abstract: Turkish-Armenian cultural commonalities exist in the field of folklore just like many other fields. In this study, the commonalities in terms of folk literature, folk architecture and folk belief systems are considered while commonalities in the folk culture are the main concerns. Analyses rely on the support of the disciplines such as linguistics and physical anthropology.
Those, who study on the Turkish-Armenian cultural commonalities, tend to discuss whether dominance of one culture over the other one or mutual interaction has taken place. There are merits in such theses. However, the cultural commonalities of these two nations are reviewed from a different perspective in this study and such commonalities are explained, in particular, vis-à-vis transfer of Turkish culture by the Turks converted to Gregorianism.
Keywords: Turkish, Armenian, Cultural Commonality, Folk, Gregorianism

Şurası muhakkak ki, Türkler ile Ermeniler arasındaki savaş, Sevr’den önce başlamış Ermeni Sosyalist Cumhuriyeti döneminde devam etmiş ve Ermenistan Cumhuriyeti döneminde de devam etmektedir. Öyle görünüyor ki, bu savaş daha da sürecektir. Esasen bu savaş, Türkiye Cumhuriyeti-Ermenistan Cumhuriyeti savaşı değildir. Bu, Türk-Ermeni savaşıdır. Osmanlı Türklüğü bu gerçeğin şuurunda idi. Bunun içindir ki, Anadolu Türk Ordusu Kafkasya’da ve İran’da şehit vermiştir. Günümüz Türkiye Türklüğü, Türk-Ermeni ihtilafını Dünya Türklüğü’ne mal edememiş, buna karşılık Ermeniler; diasporaları, lobileri, Karabağ ve Erivan potansiyelleri ile top yekun güçlerini harekete geçirebilmişlerdir. Bırakalım Dünya Türklüğü’nün asgari desteğini almak, iki bağımsız Türk devletinin Türkiye’yi hatalı buldukları şeklindeki açıklamalarına da şahit olduk. Dahası, Ermeni karşıtı cephede Türkiye ve Azerbaycan’ın ihtilafa sürüklenmesi çalışmalarını dahi gözledik.

Ermeniler, bu top yekun milli güç hareketlerinde; diplomasilerini, askeri girişimlerini, propagandalarını, kültürel girişimlerini, ekonomik güçlerini cepheye organize bir biçimde sevk etmişlerdir. Karşılarındaki cephenin aynı organizasyon, disiplin ve istikrarı gösterdiği kanaatinde değilim. Ermeni cephelerinde mevzilenen güçlerden biz, kültür savaşı veren birlikler üzerinde duracağız. Bu alanda çalışmalarımız toponomi-onomastik, etnik-mistik, folklorik, antropolojik mahiyette olacak.

Bu itibarla biz; Ermeni psikolojik harekatı konulu ilk çalışmamızı uluslararası bir sempozyumda Iğdır’da vermiştik.[1] Bunu Ankara’da verdiğimiz uluslararası başka bir çalışmamız izledi.[2] Giderek Azerbaycan’da katıldığımız uluslararası bir diğer sempozyumda da konunun bir başka boyutu üzerinde durduk.[3] İstanbul’daki bir diğer sempozyumda da aynı minval üzerinde yeni tespitlerimizi tartışacağız.[4]

Biz bütün bu çalışmalarımızda, bir Hayk kavmi miti, yüksek ülke anlamına gelen Ermenistan ve Hıristiyan mezheplerinden birisi olan Gregoryanlığın nasıl Ermeni milliyeti oluşturulmasında birleştirildiğinden yola çıkarak; Ermenilerin nasıl mono milliyetçilik yaptıkları, Gregoryanlığı Ermeniliğin milli dini gibi göstererek nasıl ulusal çıkar sağladıkları, Kafkasya’da kendilerini Hıristiyanlığın varisi göstererek, keza nasıl haksız kazanç edindikleri üzerine duruyoruz. Yayılmacı ve istilacı bir zihniyetin ürünü olan Haydat ideolojisi karşısında korunmanın bize göre yollarından birisi de budur.

Çalışmamızın son bölümünde de Salmaslı Kul Hartun’un aracılığı ile Türkçe yazan Türk edebi geleneklerini kullanan sanatçıların Gregoryan inançlı Türkler olduklarını izaha çalışacağız.

Evvelce şu soruyu kendime soruyordum, Ürdün’e, Anadolu’nun muhtelif yörelerinden gitmiş Türkiye Gregoryanları, aradan geçen üç nesle rağmen nasıl olur da Türkçe’yi anadillerinden daha iyi kullanırlar, günlük hayatlarında Türkçe’yi kullanmayı tercih ederler. Bu Türkçe ki Anadolu’dan gittikleri Türk bölgelerinin yerel ağız özelliklerini tamamen içermektedir.

Bu defa dikkatimizi çeken şu nokta oldu; Anadolu’da Selçuklu ve Osmanlı Türk yönetimleri döneminde, Ermenilere yönelik bir iskân hareketi veya bir Ermeni iç göçü yaşanılmamıştı. Anadolu’da Ermeni olarak bilinen toplumların etnik kimlikleri ırk farklılığından kaynaklanıyor ise, yani bütün Ermeni olarak bilinenler Hayk kavminden geliyorlar ise, Anadolu da bu kavim neden öbek öbek serpilmişti?

Diğer taraftan A. Küçük[5] şunun tespitini yapmıştı; 19. yy. ortalarına kadar Ermeniler Anadolu’da bir millet olarak değil, Gregoryan cemaati olarak yaşamışlardı. Batı misyoner faaliyetleri bu Hıristiyan topluma Ermeni milliyeti fikrini enjekte edince, ilk Ermeni milli şuurlaşması bu cemaatten doğdu.

Bu noktada hatıra şu gelmektedir, Anadolu’da muhtelif ırklara mensup Gregoryan halkın bir kısmı Hayk kavminden iken, bir kısmı da Türk soylu idiler. Evrensel bir din olan Hıristiyanlık tebliğ edilirken veya Gregoryan misyonerleri tarafından cemaat oluşturulurken bunlar da diğer etnik kesimlerle birlikte doğal olarak Gregoryan Hıristiyan oldular.

Anadolu’da çoğunluğu oluşturan İslami halk arasında dağınık olarak yaşayan Gregoryan toplumu, şüphesiz dar bir sosyal çevrede sıkışmışlardı. Evlilikler gibi, sosyal zorlamalar Gregoryan bölgeler arasında iltisakı sağladı. Buna bir kısım Gregoryanların ticari bir toplum oluşu da eklenince, münferit ve müstakil olan Gregoryanlar arası dayanışma yoğunlaştı. Bütün bunların üzerinde Gregoryan dini örgütlenmesi kilise etrafında birliğin sağlanmasını amaçlamıştı. Bu toplumdan bir milliyet çıkarmak emperyalizm için zor olmadı. Gregoryan kilisesi etrafında toplanan çeşitli halktan insanlar; mimari, musiki, resim, heykel gibi alanlarda zaten ciddi bir senteze girmiş Gregoryan kilise kültürünü oluşturmuştu. Albanlardan varis alınan kültüre, bu birikimde eklenince milleti oluşturan asli unsurlardan birisi olan kültür de olmuş oldu.

Anadolu’dan hareketle yapılan açıklamanın bizi götürdüğü sonuç, bütün Gregoryanların Hayk/Ermeni kavminden olmadığıdır. Bütün Ermenilerin Gregoryan olmadıkları gerçeği ise, ayrı bir realitedir. Bu bilinen gerçeğin konumuz itibariyle irdelenmesini ayrı bir çalışmaya bırakıp, Anadolu dışı Gregoryan inançlı Hıristiyanların, ırki kimlikleri konusuna dönmek istiyoruz.

Ermenilerin ilk yurtlarının neresi olduğu konusunda; “Ermeniler Babil’den gelen Hayk ile Balkanlardan gelen Armenlerin birleşmesinden meydana gelmiştir.” “Hititler’in torunlarıdırlar” “Hayasali”lardır “Urartuların torunlarıdırlar”, “Frikyalılarla Balkanlardan Anadolu’ya gelmişlerdir” “Ermeniler esasen Türk’tür”şeklinde çeşitli rivayet ve iddialar vardır.[6] Bize göre bu iddiaların hepsi bir anlamda doğrudur. Ta ki, bütün Gregoryanları Ermeni kabul etmek iddiasını gerçek olarak kabul etmiş olalım. Bu ismi geçen bölgeler Ermeni milletinin tarihi vatanları değil, bunlar çoğunlukla tarihte, Gregoryan inançlı toplumlara yurt olmuş coğrafyalardır.

Bütün Gregoryanların Ermeni milliyeti mensubu olamadıkları gerçeğini, bugünün Ermenistan halkının sadece Hayk/Ermeni olmayışından da gözleyebiliyoruz. Günümüzde Ermenistan’da 2–3.000 Gregoryan Tat vardır. Bunların büyük bir kısmı İran’a göçmüştür. İki dilli olan bu halk hem Ermenice ve hem de Farsça konuşmaktadır. Ayrıca Gregoryan Boşa’lar vardır. Miktarları 45.000 olan bu halkın Çingenece (Poşaca) ve Ermenice konuştukları bilinir. Gregoryan Rumların ise, miktarları 10.000 civarında iken, Rumca ve Ermenice konuşan bu halk Yunanistan’a göçmüştür. Gregoryan Aysorlar (Asurlar) ise, toplam 15.000 civarında olup başlangıçtan beri bugünkü Ermenistan’da yaşamaktadırlar. Ayrıca Karabağ’da Ermenice konuşan Gregoryan inançlı Albanlar vardır. Alban oldukları şuurunda olan bu halk Venk köyü gibi merkezlerde toplanmışlardır.[7] Biz Tiflis’teki etnik dağılımı irdelerken edindiğimiz bilgiler arasında, Gregoryan Ermeniler, Gregoryan Gürcüler ve bu iki toplumun dışında Gregoryanlar olarak bilinen bir toplum kesiminin varlığını tespit ettik.

Alban konusu, bu hususta yaptığımız çalışmalarımızda daima gündemimizde olacaktır. Biz bu konuda Albanların büyük bir bölümünün Türk soylu olduklarını, Ortodoks inançlı bu toplumun bir bölümünün sonradan Gregoryan olduklarını, Gregoryan olanların bir kısmı ise, zamanla Ermenileştikleri şeklindeki görüşleri paylaşıyoruz.[8]

Anadolu’dan Lübnan’a göçmüş Gregoryanlardan bir kısmının soyca Türk olabileceği tezimize, biz Türkçe yazıp okuyan ve Ermeni olarak bilinen Gregoryan inançlı halk şairlerini şahit göstermiştik.[9] Bu tezimizi Borçalı-Gürcistan’dan yaptığımız tespitlerle doğrulayabiliyoruz.[10] Ayrıca olay sadece komşu kültürden etkilenerek özenti olayı değildir. Nitekim Gregoryan inançlı dönemin aydınları Ermeni harfli Türkçe el yazması Cönk’ler de hazırlamışlardır.[11] Ermeni harfleriyle basılmış Türkçe Halk Hikaye kitapları[12] ve destanları da vardır.[13]

Türk Ermeni kültür ilişkilerinin bir bahsi olan bu konu; kültürel etkileşimin bir ürünü oluşu ve Türk-Ermeni kültür savaşının bir neticesi oluşu itibariyle önemli olmakla birlikte [14] biz bu münasebetle Ermeni kimliğinin oluşumu üzerinde duruyoruz.
İncelememize birkaç antropolojik misal de vermek istiyoruz. Kafkasya’ya Hıristiyanlığın girişinde; Türkler-Tengri İnancı, Hıristiyanlık-Gregoryan İnancı ve Ermeni toplumu ilişkilerine dair ayrıca bilgi vereceğiz.[15]

Hazarlarda ahali çeşitli dinlerde olmakla beraber Hazarlar aslında eski Türk Bozkır dini olan, Tanrının birliğine dayalı, Gök Tanrı (Tengri-Han) itikadında idiler.[16] Ermeniler, “Ermeni tarihçisi Ghenvond’un da naklettiği gibi, Doğu Anadolu ve özellikle Van yöresi halkı uzun bir süre Hazar Türklerinin hakimiyetinde kalmıştır. Hazar etnik yerleşiminin, daha sonraki sürelerde oluşan istilalara rağmen, Doğu Anadolu Türkünün Fizikî-Antropolojik yapısında ve törenlerinde payı olduğu tarihi bir gerçektir. Hazar Türklerinin etkisiyle Türk Şaman töreleri Hıristiyan Şiasına girmiş (Gote Ichozarskaya Cultura, Moskova 1925) tarihte (Paulicen’s) olarak nitelenen herzeyi yaratmıştır.[17] Böylece hocam, Gök Tengri İnancının Anadolu Türk İslamlığına etkisi ile, Alevi-Bektaşiliğin oluşmasındaki durum gibi, bu Gök Tengri inancı ile Hıristiyanlığın sentezinin de Ermeni Gregoryanlığını oluşturduğunu açıklamaktadır. Bu noktada diğer Gregoryan toplumlar mesela Etopya Gregoryanları ile Kafkasya Gregoryanlarının Tengricilik inancı itibariyle karşılaştırılmaları gerekecektir.

Nitekim Türklerin Kafkasya’ya yerleşme tarihleri M.Ö. 7. yy. kadar inmektedir. İlk yerleşim Saka Türkleri ile başlamış; Uz, Oğur, Bulgar, Sabir, Kuban, Ağaçeri, Hazar, Avar ve Hunlarla devam etmiştir. Bu Türk toplumlarının mensubu bulundukları dinlerin izleri günümüze kadar gelebilmiştir. Bölgede hakimiyet kurmuş olan Akkoyun, Karakoyun ve Karakeçili dönemlerinin boy simgeleri Koç ve Koyun heykelli mezar taşları, Gök Tanrı inancına mensup Türklerin hayvan figürü işleme tarzının küçük değişikliğe uğramış şeklidir.[18]

Bu mezar taşlarının Hayk kavminin, kavim kültürünün bir ürünü olabilmesi için, bu kavmin Gök Tanrı inanç sistemi mensubu olarak da bir dönem yaşamış olmaları, yani Altay kavmi olup Uluğ Türkistan veya onun kuzeyinden Altay’dan gelmiş olmaları gerekir. Hayk kavmi için iddialı olamayız ama, Gregoryan inançlı ve zamanla Ermenileşmiş bir kısım Türklerin varlığını buradan yola çıkarak izah mümkündür. Nitekim Anadolu ve Azerbaycan’daki günümüze kadar devam eden koçlu, koyunlu, atlı mezar heykelleri halkı İslam olmasına rağmen hala devam etmektedir.[19] Gregoryanlarda ise, Türk soylu veya Hayk soylu olsun bu gelenek devam etmemektedir. Örneğin Etopya Gregoryanlarında bu tür bir mezar mimarisi yoktur.

Gregoryan-İslam ve Tengri İnançlı bölge halklarında görülen Koçlu-Koyunlu-Atlı mezar taşları konusu üzerinde Türk-Ermeni Kültür Kimliği itibariyle ileride ayrıntılı olarak tekrar duracağız. Dini ve ırki kültürel kimlik itibariyle açıklamalar yapan Murad Adji, Ermeni Kiliselerinin üzerindeki motiflerin Tengricilik inancındaki Türk boylarındaki dini damgaların aynısı olduğunu belirtiyor. Aziz III. Vaçagan Saat Kulesi üzerindeki, Türk giysi ve başlığı ile ata binmiş bir Türk resminin olduğunu açıklıyor. Bu oyma resimlerin Güney Sibirya kayalıklarındaki resimlere benzediğini vurguluyor. Ayrıca Ermeni kilisesi Katolikosu’nun asasının üzerinde bulunan çift başlı yılan motifinin Tengri inançlı din adamının asasındaki “Yılan Rvom” olduğunu savunuyor. M. Adji’ye göre Ermenilerin ibadet ederken avuç işareti tamamen Tengri inancının bir ürünüdür. Ermeni rahiplerinin özel tören giysilerindeki motifler de Tengricilik inancındaki motiflerin benzerleridir.[20]” şeklindeki görüşmelere tamamen katılıyorum.

Yıldız Hosımova’nın R.S. Kociev’i[21] şahit göstererek yaptığı, “fiziki Andontoloji itibariyle Karabağ’da Ermeni olarak bilinen halk ile Ermenistan Ermenilerinden daha farklı ve Azerbaycan halkına daha yakındırlar. Karabağ Gregoryanları esasen Alban soylu olup, daha sonra Ermenileşmiş Gregoryanlardır. Keza; “Karabağ Gregoryanlarının etno-psikoloji itibariyle diğer Ermenilerden daha farklı ve Azerbaycan Türklerine daha yakındırlar”[22] tarzındaki tespitler de bizi doğrular mahiyettedirler.

Türk Ermeni Kültürel İlişkilerinde Kimlik
Türk-Ermeni kültür ilişkilerini mitolojik dönemden başlanılarak ele alma zarureti kadar, Ermeni kültürel kimliği ile Ermeni siyasi kimliği arasındaki çok önemli olan bağın da ele alınması gerekir. Bu bağ, her ulusal kimliğin teşekkülü itibariyle önemlidir. Türk Ermeni Kültür ilişkilerinin iyi anlaşılabilmesi itibariyle ise, Ermeni milli kimliğinin günümüze taşınan şeklinin oluşmasında Ermeni kültürel kimliğinin köşe taşları ele alınmalıdır. Bu itibarla Türk-Ermeni ilişkilerinin kan davasından çıkarılması, siyasi ve kültürel kimliklerinin oluşumu, Türk siyasi-kültürel kimliği karşısında durumun anlaşılması, sorunu çözmese de, Ermeni kimlik oluşum ve arayışının içerdiği çelişkiyi ortaya koyabilecektir.

Ermeni etnik kimliği, Hayk mitolojik etnosundan yola çıkılarak, Hıristiyan Gregoryan mezhebini sahiplenip, Hayk kavminin yurdu dahi olmamış olan, yüksek ülke anlamında Ermenistan kelimesi ile bütünleştirilerek oluşturulmuştur. Böylece Ermeniler, Alban kültür mirasına varis olmakla kalmayıp, 19. yy. ortalarına kadar Gregoryan cemaatin ortak kilise kültürünü de, Ermenilik adına sahiplenmişlerdir. Ermenilere, Hıristiyan Batı karşısında, Kafkasya’nın ilk Hıristiyanlığını günümüze taşıyan halkı olma tezi prestij ve destek kazandırmıştır.

Ermeni kimlik kazanım yol haritasının ikinci önemli yapı taşı Türk düşmanlığıdır. Ermeniler varlıklarını ispat için, önlerindeki engelin Türklük olduğunu savundukları nispette, Batı Hıristiyan aleminden destek görmüşlerdir. Ermeni teorisyenleri bu yapay iddiadan vazgeçmeleri halinde paradigmalarının iflas edeceğini, Ermeni ulusal yapılanmasının dağılacağının bilincindedirler. Ermeniler, dış siyasetlerinde de çifte standartlı davranmaktadır. BM ve AB’nde tehcir temasını işleyerek, Hıristiyanlık ve Batı yanlılık temalarını işlerken Kafkasya; Türkiye-Ermenistan ve Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinde komşuluk ilişkileri ve yalnız bırakılmış olma üzerinde duruyorlar. Batıda Türkiye aleyhinde kararlar aldırırlarken Doğuda gümrük kapılarının açılmasını ve enerji hattından pay talep etmektedirler.

Ermeni kültürel kimliği ile siyasi kültürünün Ermeni ulusal stratejisinde birleştiği ikinci nokta Haydat’tır. Ermenistan kuruluş belgesinde yer alan Haydat, üç deniz arasında Ermenistan vaat ediyor ve bu hedef süper gücün Ortadoğu politikasının bir parçası görünümü arz ediyordu. Haydat’ın uygulamasında Ermenistan’ın Karadeniz’e çıkabilmesi Gürcistan Türk bölgesi güzergahından olabilirdi. Hazar denizi için Azerbaycan, Akdeniz’e çıkabilmek için de İran ve Anadolu Türk topraklarının işgali gerekecektir. Bu topraklarda halen Ermeni yaşamamaktadır. Böylece Ermenileri mağdur ulus psikolojisi ile sahneye çıkıp yayılmacı ulus stratejisini hedefliyor denilebilir.

Ermeni kimlik merkezli stratejinin deşifresi yapılabildiği takdirde, karşı strateji kendiliğinden oluşacaktır. Bunun için Ermenistan Cumhuriyetinin ulus devlet politikasına bakılabilmelidir. Ermeniler işgal edilen Azerbaycan topraklarındaki İslam halkı yurtlarından sürmekle kalmayıp, Gregoryan inançlı ve fakat Hayk kavmi kökenli olmayan Fars ve Hint Ermenistanlı halkı yurtlarından sürerek mono-milliyetçi bir uygulama sergilemiştir. Ermeniler mevcut Ermenistan’da etnik temizlik yaparlarken Haydat Doktrini gereğince muhayyel Ermenistan’ın Ermenisiz Doğu Anadolu demografisi için bir izahları olmalı. Ermenilerin kültürel kimlikten yola çıkarak oluşturdukları stratejilerinin karşı stratejiye zemin hazırlayan yumuşak karnı bu noktadır. Bu bölge halkının mitolojik değerleri Gregoryan Hayk kavmi adına yapılan değerlerle ne nispette örtüşmektedir. Bu itibarla biz meseleyi mitolojik derinlikle ele almayı yeğledik.

Türk-Ermeni Kültür İlişkileri farklı dönem başlıkları altında ele alınırken şüphesiz normlar da değişecektir. XIX ve XX yy.lar esas alındığında Ermenilerde cemaat olma dönemi büyük ölçüde geride kalmış Gregoryan ağırlıklı kilise kültürü Hayk kavmi ile özdeşleşmiş Ermeni kültürel kimliği olarak mesafe almaya başlamıştır. Bu dönemin Osmanlı Türk Kültürü ile Ermeni Kültür etkileşiminin resim, tiyatro, musiki, mimari ve benzeri alanlardaki seyri rahmetli hocamız Prof. Dr. Nejat Göyünç tarafından ele alınmıştır.[23] Halk kültür etkileşimi ise masal, destan gibi alanlarda incelenmiştir. Bu sahada yapılmış çalışmalardan biz Prof. Fikret Türkmen’i anmakla yetinelim.[24]

Biz bu yazımızda etno-sosyal kültürel etkileşimi mitolojik dönem zemininde de ele almaya çalışacağız. Türklerin İslam, Hayk kavminin Gregoryan olmadan evvelki dönemleri üzerinden günümüze gelebilen halk kültürünün halk inançları boyutu üzerinde durmaya çalışacağız. Hıristiyanlığı, bölgede ilkin Kıpçak Türkleri benimseyip, bölgedeki Türk soylu olmayan halklar Hıristiyanlığı bu yolla mı edindiler? Murat Adji bu kanaattedir.

Bu görüşümü açıklarken M. Adji, “Ermeniler hacın kurtarıcı gücüne inanıyorlardı. Halbuki onlar o zaman henüz putperest idi. Ama Kıpçakların işaretleri bulunan bayrakları altında savaştıkları için haçı çok iyi ve yakından biliyorlardı… Piskopos Grigoris Kıpçaklardan askeri yardım istemeye gelmemişti. Tanrı inancını öğrenmeye Avrupalılardan ilk olarak Hıristiyan Piskoposu Girgoris gelmiş ve sonra halkını da aydınlatmak istemişti. Aslında Grigoris, Geser’in ve Erke Han’ın yaptıkları faaliyetlere aynen devam etmek istiyordu, ama bu sefer Avrupa’da.” türünden açıklamalarda bulunmaktadır.[25]

Her iki ırkın Türkler ve Ermenilerin (Bu ifade ile Gregoryan inancını benimseyen ve giderek Ermeni adını olan High toplumunu kastediyoruz.) Hıristiyanlığa girme itibariyle etkileşimde Peter B. Golden’in görüşüne göre Göktengri inançlı Hun Türkleri Hıristiyanlığı Ermenilerden öğrenmişlerdir. Bu konudaki görüşlerini açıklarken P.B. Golden 535–537 yıllarında Kuzey Kafkasya’da bir kısım Hun’un Papaz Kordost önderliğinde Ermeni misyonerlerce vaftiz edildiğini bu arada Hunca için bir yazı sistemi geliştirdiklerini belirtmektedir[26] P.B.Golden’in bu konulu tespitlerini inanç içerikli boyutu ile yazımızın ileri bölümünde ayrıca ele alacağız. Biz yazımızda daha ziyade hocamız Prof. Dr. Mehlika Aktok Kaşgarlı’nın tespitlerini esas alacağız ve halk inançlarından yola çıkarak bir rota izleyeceğiz. M.A. Kaşgarlı “Anadolu Ermeni Destanları, Efsaneleri ve Masalları Kritiği” isimli konumuz itibariyle fevkalade önemli yazısında, bizim için ulaşılması çok zor olan Avedis Ahoranion’un 1901 yılında Lozan Üniversitesi’nden yaptığı “Ermeni Gelenek ve İnançları (Les Anciennes Kaditions Et Asyances Anneniennes) isimli doktora tezini irdelemiştir.[27] Dönemin uzmanı olan kültür tarihçisi M.A. Kaşgarlı modern batı dillerinin yanı sıra Krafar ve Çağdaş Ermenice’yi de bilmektedir.

Konuyu Ortaçağ dönemi ve evveli itibariyle ele alan Aziz Gregorin kimliğinin Türk olabileceğini de irdeleyen ilk bilim adamı hocamız Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu olmuştur. Kırzıoğlu Gregoryan Kültürünün o dönemi üzerinde dururken dil, abece ve bu arada halk inançları üzerinde de durmuştur.[28] Gregoryan ve Müslüman Türklerin halk inançları ağırlıklı olmak üzere genel dini hayatlarının karşılaştırmasını ayrıntı olarak yapan bilim adamı ise Hocam Prof. Dr. Abdurahman Küçük olmuştur.[29]

Halk inançları ile tarih çalışmalarının Ermenilik-Türklük, Gregoryanlık-İslamiyet, Göktengri inancı-Poganizm itibariyle kavşak noktasında şu söylenebilir. Günümüz Ermeniler ve Türklerinin bir kısmı bugünkü ulus kimliklerini edinmeden farklı dönemlerde ara kimliklerle geçiş yaptılar. Kıpçak-Hun döneminden de evvel başlayan bölge Türklüğünü uzun sürecinde High kavmi ve Ermeniler bu ismi almadan evvel ve sonra eski Türk dininden etkilendiler, bazen Hıristiyanlığı Türklerden alıp bazen da Ona Hıristiyanlığı enjekte ettiler. XIX ve XX yy. gelinirken Gregoryan Cemaat içerisinde Türklerin kaderi Ermeni Kimliği içerisinde erimek şeklinde tecelli etti. Zira kurumlaşan Ermeniler, Gregoryanlık adına, siyasi, kültürel, dinsel ve eğitsel faaliyetlerde inisiyatifi ellerinde tutuyorlardı. Bu döneme müteakip isyan eden, iskân edilen ve Gregoryanlıkla özleşen Ermeni kimliği içerisinde Gregoryan Türkün yazgısı Ermenilerin kaderini paylaşmak oldu. Anadolu’da kalan ve İstanbul gibi büyük merkezlerde toplu yaşama imkânı bulamayan Anadolu’nun Ermeni veya Türk Gregoryanlarının kaderi ne oldu. İsyan ve İskân artığı bu insanlar bölgelerinde gizli Ermeni toplumları teşkil ettiler. Muhtemelen bunlardan bir kısmı İslamlaştılar.

Türk Ermeni İlişkilerinde Mitolojik Boyut

Avedis Ahoranion’a göre, Primitif Arkaik Ermeniler ateşe tapıyorlardı. “ateş, iyilik ve kötülük prensibine dayanan bir din, antik İran Zerdüştlük dininin bir koludur. Dualizme/ikicilik ilkesine göre kurulmuş olan doktrini Avesto’da toplamış olan Zerdüştlük, Avedis Ahoronian’a göre Ermenilere İran’dan geçmiş değildir. Hint-Avrupa toplumu olmaları dolayısıyla Ermenilerin etnik niteliklerinde mevcuttur” Ermenilerin Hint-Avrupa menşeli bir toplum olmadıklarını bizzat Ermeni tarihçileri bilhassa sanat tarihleri izah etmişlerdir.[30]

İran Zerdüşizm’inden ateş ile ilgili inançlar konusunda etkilenmeyen ve Hint-Avrupa toplumu da olmayan Ermenilerdeki ateş muhtevalı inancın kaynakları arasında Türk inanç sistemi aranılmaz mı? Bu sistemde od/ateş bir külttür.[31] Ateşteki bu kuvvelerin aklayıcı paklayıcı olduğuna da inanılır. Ateşte ak ve kara iyeler vardır. Ateş Tanrı değildir, ancak Ona saygılı davranılır. Su dökülerek söndürülmesi gerekse mutlaka besmele ile dökülür. Ateşe tükürülmez, gece dışarıya ateş verilmez, oda, ateşe, ocağa sacı yapılır. Ak ve Kara iyelerin düalizm ile iltisakı nedir? Sağlıklı açıklama yapmak kolay değildir. Ancak birlikte yaşayan iki halktan Türkler Ermenileri sadece Türk-İslam İnançları ile etkilemediler. Halk inançları itibariyle de doğal olarak çoğunlukla olan etkiledi. Bununla beraber biz etkileme üzerinde durmuyoruz. Bize göre zamanla Ermeni genel adı altında toplanan kesimin bir bölümü Hıristiyan olmadan evvel Türklerle aynı inanç sistemi içerisinde idiler. Benzerliklerin kaynağı bu olabilir.

M.A. Kaşgarlı Ermeni halk kültürü konusunda; “Ermeni folkloru, Ermenistan tarihi gibi, Ermenilerin azınlık olarak yaşadıkları ülkelerin milli tarihi ve milli folklorunun Provincial (Taşra) niteliğinde bir kopyasıdır. Ermeni Folkloru Kafkasya’da Doğu Türkleri, Gürcü ve Rus, Ortadoğu’da ise, Batı Türklerinin etkisinde ve izindedir.”[32] demektedir.

A. Ahoranion “Hıristiyanlık öncesi Arkaik Ermenilerde Kötülük ilahı şeytan, dev veya ejder adını taşır”diyor. Kaşgarlı ateş kelimesinde olduğu gibi dev kelimesinin de Ermeniceden yola çıkarak etimolojik tahlilini yapıp Ahoronion’un yanıldığını izah etmektedir. Dev, Div Türk halk inançlarındaki kara iyelerden olup, tezahür şekillerine ve fonksiyonlarına göre farklı isimlerle tanınırlar.[33]

Ahoranion metnindeki ateş-ışık ilişkisine dair görüşlerini açıklarken, onun Ermenilerdeki ateş kültünün Hıristiyanlığa girildikten sonra Hz. İsa ile ışık inancıyla birleşmiş olduğu fikrine katılmaktadır.[34] Esasen Türk inançlarındaki Ocak Kültü ayrıca kutsal mekân, kutsal kişinin bulunduğu mekân, suyu veya toprağı kutsal olan mekân, anlamındadır. Bu şekilde “Ocak” olarak bilinen ağaçlar vardır. Ayrıca belirli ocakların şifa oldukları belirli hastalıklar vardır. Hak aşıkları kutlu kişilerdir. Bunlar çok kere ışık olarak bilinirler. Ulu kişilerin mezarlarına muayyen zamanlarda ışık- nur indiğine inanılır.[35]

Gregoryan inançlı High kavmi kiliselerinin önünde, mezar taşı olarak boynu haçlı koç-koyun at heykellerinin bulunması, aynı heykellerini doğu Anadolu Türk mezarlarında tamamen aynı fakat bu defa haç yerine Arap harfleri ile rahmet içeren ifadelerin bulunması bu iki kültürün geçmişte aynı topluma ait olduklarını bizi düşündürmüştür. Nitekim bu tespitimizi bizimle paylaşan onlarca literatüre de rastladık. Aynı taşları Ortodoks Gürcü coğrafyasında da görüyorduk. Bunlar taşların üzerindeki tıg, iğne, tarak, teşik gibi kadına işaret eden ve kama, kılıç, ok, mızrak gibi erkeğe işaret eden kabartmalar içeriyorlardı. Müteakip ziyaretlerimizde bu taş heykelli mezar taşlarını Karakalpakistan, Kazakistan, Türkistan gibi Asya Türk bölgesinin müzelerinde de görmeye başladık ve bunları resimleyip yazılarımızda bunlara yer verdik. Azerbaycan’ın muhtelif kesimlerinde bunlardan müzelere mebzul miktarda taşınmıştı. Bütün bunlar bize Ulug Türkistan’dan Kafkasya’ya ve Ön Asya’ya taşınmış bir halkın maddi kültür unsurları olduklarını gösteriyordu. Bu taş mezar heykellerini İran’ın Tebriz müzesinde ve Irak’ın Erbil bölgesinde mezarlıklarda da resim çekerek dokümante etmiştik. Esasen Prof. A. Çay bu mezar taşlarının coğrafyasını tespit edip kitaba dönüştürmüştür.[36] Bizim üzerinde durduğumuz husus, bu mezar taşlarının İslamiyet ve Hıristiyanlıktan önce Uluğ Türkistan’da mevcut oldukları bunların ilk yurtlarından Kafkasya ve ön Asya’ya taşınan halklar tarafından yeni bölgelere taşındıkları ve bu halkların girdikleri yeni dinlerde de varlıklarını sürdükleridir. Bu bilinen hususa anılan mezar taşlarının diğer Hıristiyan bölgelerinde görülmediklerini de eklemeliyim.

Kafkasya Türklükle, içiçe geçmiş zaman dilimlerinde Kıpçaklar, Hunlar ve Hazarlar dönemlerinde tanış olmuştur. Bu mezar taşı mimarisinin hangi Türk boyu ve boyları tarafından bölgeye taşındığını kesinlikle söylemek zordur. Doğu Anadolu’yu da kapsadığından daha ziyade hatıra Hazarlar ve Kıpçaklar gelmektedir. Bununla beraber Hunlar dahil her üç Türk ulusu da bu mimariyi taşımış olabilir.

Kafkasya’daki bu denli yoğun Türk varlığına Oğuz Türkleri bölgeye gelmeden evvel ne olmuş olabilirler. Oğuzlar bölgeye ya Müslüman Türkler olarak geldiler veya bölgeye İslamiyet’in girdiği yıllarda geldiler. Bunların uzantılarını Selçuklular Beylikler, İran Anadolu ve Kafkasya Türk devletleri içinde aramak doğaldır. Semavi dinlerden evvel gelen veya semavi dinlerin zuhur döneminde gelen Hazarlar gibi olanlar İsevi, Musevi ve Muhammedi oldular. Peçenekler ve Hunlar gibi Semavi dinleri bölgede tanıyan Türk toplumları hangi dini kimliğe girdiler? Bölgede bu toplumların birlikte getirdikleri Tengricilik inancının derin izleri var iken, tamamen Tengricilik inancı mensubu olan bir toplum yoktur. Bu Türk kesimleri doğaldır ki Hıristiyan oldular. Bölgenin Ortodoks cemaatını oluşturdular. Bir kısmı zamanla Gregoryan oldular. Bölgede halen Ortodoks Türk toplumu veya Gregoryan Türk toplumundan bahsedemediğimize göre, Musevi olanlar bir yana Hıristiyanlığı seçenler, Gürcüler ve Ermeniler arasında eridiler. Bu iki toplumun dini kültürünü irdeleyerek bu iddiamızı izleyebiliyoruz.

Peter B.Golben muhtelif kaynaklardan yaptığı tespitlerini açıklarken; “535 veya 537’de, Papaz Kardost’un başını çektiği bir Ermeni misyoner takımı Kuzey Kafkasya Hunlarının bir kısmını vaftiz etti. Bu olayı nakleden, Süryani kaynağı, Hunca için bir yazı sisteminin geliştirildiğini de gösterir. 681’de Mec Kuenak piskoposu Israyel, Kafkas Albanyası hükümdarı Varaz-Trdat tarafından Kuzey Kafkasya Hunlarıyla görüşmek üzere gönderildi. O’nun, (şeytanın saptırdığı, ağaca ibadet hatası ile delirmiş bu kabile) içindeki Hıristiyanlaştırma başarısının hikayesi, Dosxurane’i korunmuştur. Bu kaynağa göre, onlar yıldırım veya ateşin yaktığı nesneleri tanrı Kuar’a kurban olarak görüyorlardı. T’angri han olarak çağırdıkları dev vahşi bir canavar” at kurban ediyorlardı. Aynı zamanda ateşi, suyu (belli yol tanrılarını ) ayı ve (onların gözünde bir derece ehemmiyeti olan bütün mahlukatı) sayıyorlardı. Bu haberde (üzüm putlar ve sunaklardaki kirli derili ç’op’ay) hakkında bahisler de bulunur. Bu unsurların hepsi Türk halklarının uygulamalarına denk gelir. Tangri Xan tabii ki, Altay halklarının yüce gök ilahı olan Tengri Han’dır. Büyük ölçüde Hazar döneminden kalma ve dolayısıyla aidiyeti belirsiz (Hazar veya Hun) olan, başta unvanlar olarak dil verileri, Kuzey Kafkasya Hunlarının etnik-dilsel aidiyetleriyle ilgili bir hüküm vermemize imkân sağlamak için yetersizdir. Bunlar Hazar devletinin önemli bir parçası olmuşlardır ve 7. yy. sonlarında bile ayrı bir unsur idiler. Bundan sonra kaynakların görüş alanından çıkarlar.[37]

Kuzey Kafkasya Ermenilerinin bir kısmının da olsa Ermeni misyonerlerce vaftiz edilmiş olmaları, Gregoryan cemaat içinde yer alıp zamanla Ermeni toplumunun oluşmasına Hunlar gibi Türk toplumlarının vücut vermiş oldukları hususu bizim tezimizi doğruluyor.

Ermeni abecesinde Türk ses ve harflerinin yer almış olduğunu Prof. Kırzıoğlu’nun çalışmalarından biliyoruz. Kastedilen dönem ve faaliyet farklı olsa da bu konuda Kırzıoğlu ayrıntılı bilgi vermektedir.[38]

A.Küçük, IV.yy. henüz Ermeni Alfabesi’nin olmadığını kaynakların ifadelerini karşılaştırarak izah etmektedir. Bu yüzyılda alfabe ve uygun bir literatürü olmadığı için Ermeni liturjisi henüz teşekkül etmemiştir.[39] Ermeni Alfabesindeki “B”, “E”, “İ”, “DZ”, “K”, “N”, “Ç”, “R”, “V”, “NG” gibi harflerin Türk oyma yazısından alındığını F. Kırzıoğlu yukarıda ismi geçen eserlerinde açıklamaktadır.[40] Rahmetli hocamız Prof. Dr. İ. Kafesoğlu, Ermeni alfabesinin Türk yazısı yoluyla meydana gelmiş olabileceği üzerinde durmaktadır.[41]

Kuzey Kafkasya’da Alban-Ermeni ilişkisi ve etkileşimleri üzerinde durulan Türk-Ermeni Kültür münasebetleri itibariyle ayrı bir önem arz etmektedir. Bu konuda paylaşılan ortak kanaat; “Tarihi, kültürel, toponomik, onamastik ve arkeolojik bulgular, milattan önceki dönemlerden itibaren Kafkasya’da yaşamakta olan, Kafkasya’nın otoktan halkı olan ve M.Ö.I. yüzyıldan itibaren Alban adıyla bir siyasal birlik oluşturan etnik toplulukların Kafkasya’nın otoktan Türk halkı olabileceği tezini kuvvetlendirmektedir. Albanlar, Güney Kafkasya’nın önemli bir bölümünü 1000 yıl kadar hakimiyetlerinde bulundurmuş ve VIII. yüzyıla kadar bağımsız yaşamıştır. Bundan sonra ise yukarıda ifade edilen tarihi süreç içinde önce siyasi bağımsızlıklarını kaybetmiş, müteakiben de mensubu oldukları Gregoryan Kilisesi vasıtasıyla dil ve kültür olarak Ermenileştirilmişlerdir. Gregoryen cemaat kültüründeki Türk kültür öğelerinin tetkik edilmesi, tarihin belli bir döneminde Türkler ve Ermeniler tarafından ortaklaşa yaratılan birtakım kültür değerlerini ve Ermeniler’in bu değerleri nasıl Türkleri yok sayarak, gerektiğinde sınır dışı ederek, gerektiğinde Albanlar örneğinde olduğu gibi zorla asimile ederek tek başlarına sahiplendiklerini ortaya çıkartacaktır.[42]

Ağaç ve orman Türk inanç sisteminde bir kült oluşturmuştur. Ağaçlardan kayını ve çam gibi olanlar Türk destan hayatında mitolojik değere sahiptirler. Bazı ağaçlara kutsiyet atfedilir. Karayların Paltatiymez kutsal ormanlarından “Eben Ağacı”na dokunulmaz. Hayat Ağacı motifinin derinliklerinde inanç vardır. Birçok ağacın efsanesi vardır. Muncuk atma Nevruz’da gül ağacının altında olur. Özel haller için ziyaretlerdeki ağacın kavuğundan geçilirken, ulu zatların türbe ağaçlarına adak bezi asılır. Kutsal Ötügen’de ağaçlar da kutsaldı. Anadolu’da türbelere ait koruların sahipli olduğuna inanılır. Yapraklarına dahi dokunulmaz.[43]

Yıldırım etrafında da Anadolu’da bir inanç halesi yaşatılmaktadır. Yıldırım çakınca belirli dualar okunur. Gökten geldiğine inanılır. Tunceli çevresinde Yıldırım çarpması sonucu hayatını kayıp eden kimsenin mezarı kutsal sayılır, ziyaret muamelesi görür. Tunceli çevresindeki yıldırım çarpması sonucu yanmış kurumuş ağaç ziyaret işlemi görür, Ona kimse dokunmaz. Bazı hallerde yıldırım çarpması sonucu yanan ağaçların kütükleri özel hanelerde kutsal mekân olarak ziyarete açılırlar. Halk bu türden yerleri muhtelif hacetleri için ziyaret eder.[44]

Ocağa gelince yukarıda belirtildiği gibi o da keza od/ateş iyesi ile ilgili kabul edilir ve bir kült oluşturulmuştur. Gece ocakta ateş verilmez. Ocak su dökülerek söndürülmez. Ocağa tükürülmez. Ocağın ateşi kömürü ve külü ile ilgili inançlar vardır. Ateşe çeşitli sacılar yapılır. Ateşe bakılarak geleceği okuyanlar vardır. Ateşin yanış şeklini anlamlandıranlar olur. Kaşkailerde damadın otağına ateş baba evinden söndürülmeden götürülür.[45]

At’ın da Türk inanç sisteminde özel konumu vardır. Hamile hanımın doğumu kolay olsun diye eşiğin önünde Aygır kişnetilir. Gelinin atına çok erkek çocuk doğurması için erkek çocuk bindirilir. Gelin attan inerken silah atılır. Makedonya Türkmenlerinde gelinin eli bereketli olması için ocağı at gemi takılı halde götürülür. Al karısı hamile kadını basmasın diye yastığının altına at gemi veya üzengisi konur. Atın yelesi, kuyruk kılı üzengisi, nalı ile ilgili inançlar vardır. Komutan savaşa giderken atının kuyruğu örülür. Sahibi ölen atın eğeri ters bağlanılarak mezara indirilir. İstanbul’da hasta atların götürüldükleri at mezarlıkları vardır. Kırgızistan’da Yılk beyi olan atlar kutsal sayılır ve onlara binilmez ve onlara yük taşıtılmaz. Göktürk ve Hunlar kutsal mağaralar ve ulu tepelerde Atalar ruhu için at kurban ediyorlardı.[46] Ay Göktengri inanç sisteminde bir kült oluşturmuştu. Günümüzde ne kadarı Budizm’den geldiği bilinmemekle beraber halk arasında yaşayan ayla ilgili inançlar vardır. Cılız çocuklar için Aylık kesilir. Ay ilk doğunca muayyen dualar okunur. Aya saygısızlık yapılmaz. Ay tutulunca yapılan özel dua ve uygulamalar vardır.[47]

Biz, evvelce yaptığımız bir çalışmada Hazar Türklerinin ve Gregoryanların halk inançlarını genel Türk halk inançları ile karşılaştırmış bazı müşterekler bulmuştuk.[48]

M. A. Kaşgarlı bildirisinde, Beatrice Kasbarian’ın XIX. yüzyılda Ermeni Toplumu (La Societe Armenienne au XIX) isimli eserine de yer vermektedir. Beatrice kitabında: “Ermeni ailesi, ataerkildir. Aile en büyük erkeğinin yönetimindedir. Aileye baba bakar, ihtiyaçlarını baba karşılar, kadının çocuğu olmazsa, kısırsa ailesine geri gönderilir. En büyük beddua “ocağın sönsün” terimidir. Kızlardan ziyade erkek çocukları makbuldür. Ailenin kadınlarına hakaret etme, ırza geçme, kanla temizlenir. Gelinler baskı altında olur. Kayınvalidenin baskısı altındadırlar. Ailelerinin rızası olmadıkça gençler evlenemezler. Erkek analarının evlenmelerde rolü büyüktür. Kadının namusu ilişkilerde ön planda gelir. Kocasına itaat etmekle mükelleftir. Aynı zamanda kayınvalidesine ve kaynatasına itaat etmekle de görevlidir. Zira ölümle cezalandırılır. Kızlarda bekaret şarttır.”[49]

M. K. Kaşgarlı günümüze kadar Türk İslam aile hayatında görülen bu uygulama ve prensiplerin yüz yıllarca beraber yaşayan bu iki toplumda çoğunluk azınlığı temelinden etkileyişinden kaynaklandığını belirtmektedir. Biz de M. K. Kaşgarlı’ya katılmaktayız. Türk aile tipi de ataerkildir. Ailede otorite babadadır. Baba yoksa yaş sırasına göre erkek evlatlar yetkili ve sorumludurlar. Büyük kardeş baba adına söz sahibidir. Erkek evladı olmayan babasız ailelerde, amca aileye nezaret eder. Aileden gelin götürülürken erkek kardeşin, kız kardeşinin kuşağını bağlamak gibi görevleri vardır. Erkek kardeşi olmayan gelinin kuşağını amcasının oğlu bağlar. Evlilikte çocuk önemlidir. Erkek çocuk annesi olmayan, bilhassa hiç çocuğu olmayan kadınların ikinci evlilik yapmaları doğal karşılanır. Boşama pek olmaz ancak kuma getirilir.[50]

Türk halk inançlarında Ocak, içerisinde yaşanılan hane, yuva demektedir. “ocağın şen olsun” “Ocağın yıkılsın” “ocağı sönük” “Ocağın direği” “Kor Ocak” “Ocağına incir dikmek” ve benzerleri hep bu inancı ve zihniyetin ürünüdür. Rüyasında ocağının yıkıldığını gören kadının eşinin öleceğine inanılır. “Kor Ocak” veya “Ocağı bağlı” erkek evladı olmayan hane demektir. Zira Ocak, erkek zürriyet ile sürer. Ocağına incir dikilen şahsın ailesi dağıtılmış olur. erkek evlat, ocağın direği olarak tanımlanır. Anadolu ve Türk dünyasının sair kesimlerinde çocuklarının sayısı sorulan kimse daha ziyade erkek evlatlarının sayısını söyler.[51]

Irz ile ilgili olaylar en büyük namus davalarıdır. Kan davasının başlıca sebepleri arasında rıza gösterilmeden kaçılmak suretiyle evlenilmek istenilmesi gelir. Ana ve avrat üzerine yapılan yeminler en büyük yeminler arasındadır. Gelinler yeni evlerinde “Gelinlik” yaparlar. Gelinlik bazen bir ömür sürer. Gelinler sabahleyin en erken kalkar ve akşamları en geç yatarlar. Gelinler “ses saklama” veya “ses sakınma” uygulaması yaparlar. Bu uygulama gelin büyüklerin ve kayınlarının yanında konuşmaz. Bu uygulamanın sona ermesi için “dil açma” merasimi yapılarak geline hediye alınmak suretiyle konuşmasına izin verilir. Ses saklamanın derinliklerindeki gerçek sesin duyulması suretiyle kara iyelerin muhtemel zararından korunmaktadır. Halk sufizminde en iyi dilekte bulunma şekli sessiz dilektir. Kişi gönlü ile konuşabilir. Kalbi dilekler lafzı dileklerden, dualardan daha makbul sayılır.[52]

Türk halk inançlarında “Baba” bir külttür. Tanrı tarafından kutsanılmıştır. Hakan, Han, bey ve aile reisi bulundukları toplumun semavi boyutu da bulunan öğeleridir. Kız babasından istenir. Evlenecek kız için ailede son sözü baba söyler. Babadan izin alınır. Babaya sorulur. O ocağın reisidir. Saygın hanımlık kocaya itaatle başlar. Kayın valide ve kayın peder, valide ve peder muamelesi görürken kayın birader, birader konumundadır. Gelin ve kızlarda namusluluk öncelikli şartlardandır. Zira en büyük hicap unsurudur. Cezası ölümdür. Kızlarda bekaret muhakkak aranırken, bekaretini muhafaza edememiş gelin adayları için merkebe ters bindirip babasının evine göndermek veya sacını ustura ile kazıttırıp baba evine göndermek gibi uygulamaların yapıldığı olur.

Türk Ermeni İlişkilerinde Halk Kültürü

Diğer taraftan aynı bakış açısı ile Ermeni halk kültürü iddialarını da irdeleyeceğiz. Bunu yaparken İndiana Üniversitesi’nin bir yayınını ele alacağız.

Anılan çalışmada koçlu koyunlu mezar taşlarının Ermeni mezar kültürünün bir ürünü oldukları belirtilmektedir.[53] Bu tip mezar taşları Doğu Anadolu ağırlıklı, Azerbaycan, Gürcistan, Türk bölgesinden başlanılarak Uluğ Türkistan’a Orhun abidelerine kadar uzanan bir coğrafyanın doğudan batıya gelmiş ürünüdürler. Bu konuya yazımızın ana metninde ayrıntılı olarak yer verilmiştir. Özbek Sitli olarak da bilinen gümüş kupa[54] eserde İran menşeli olarak gösterilmektedir ki iddialı değiliz. Hayat Ağacı motifinin Gregoryan mezarlarındaki şeklindeki farklılık haçında ilave edilmiş olmasıdır. Hayat Ağaç motifi hangi kültürün ürünüdür? Gök Tengri inanç sisteminde Kam-Şaman bu ağaçtan hareketle gökyüzüne çıkıyordu.[55] Obsidiyon parçalarının şehit mezarlarına konulduğunu biz Nahçıvan’da Türkler arasında gözledik. Gregoryanlar’da da bu uygulama var, Türklerde mezara sacı bu arada taş koymak, taş yapıştırmak da[56] var. Dağıstan’da mesela Şeyh Şamil aile mezarlığında gabze şeklinde mezar taşları vardır. Bu tarz kıvrık baslı taşları Aklat’da da görüyoruz. Bu tarz mezar taşı Gregoryanlar’da da var.[57] Güneş kültünü temsil eden Çarkıfelek motifini Osmanlı ve Selçuklu eserlerinde gördüğümüz gibi Gregoryanlar’da da var.[58] Zengezur’dan tespit edilen Gregoryan kültürü adına tespit edildiği açıklanan tek çekicili Şoromil taşı[59] Anadolu ve Azerbaycan Türk coğrafyasında da çok yaygındır. Tepe pencereli köy toprak örtülü yığma taş duvarlı köy ev mimarisi eserde[60] örneklenmiştir. Anadolu İslam Türk mimarisinde de bu mimari hakimdir. Ahşap çapraz kubbe dam örtüsü[61] Anadolu mimarisinde yaygındır. Kutsal mekânların duvar, eşik gibi kesim taşlarının öpülmesi Anadolu Müslüman Türk halk arasında olduğu gibi, kitapta da Gregoryan mimarisi adına resmedilmiştir.[62] Tahta oyma kapaklı dolap, rahle ve oyma motifleri her iki kültürde de var.[63] Keza tahta oymalı çocuk beşiği hem Gregoryan ve hem de İslam Türk halkta var. Ancak Gregoryanlardaki haç motifi İslam halkta yerini aya bırakmıştır.[64] Anadolu’daki duvara asılabilen tahta kaşıklık Gregoryan halkta da var.[65] Salıncak tarzında asılarak sütten yağ çıkarılan toprak ve ahşap yayıklar her iki kültürde de var.[66]

Tandır, tandır ekmeği, tandır şişi ve rapada gibi[67] kültür, iki kültürde de var. Bu kültür yayık kültüründe olduğu gibi Anadolu’nun Gregoryanlarla tanış olmadığı Türk coğrafyasında da vardır. El dokumacılığında halı ve kilim yapımında kullanılan tıg, teşik, makas-mekik, tarak Anadolu Türk kültüründe görüldüğü gibi bu kitapta da yer almaktadır.[68] Ortadoğu kitap düzenleme kültürünün bir ürünü olan derkenar resimler bu eserde Gregoryan kültürünün ürünü olarak yansıtılmaktadır.[69] Kafkas ve Doğu Anadolu bayan örtünme kültürünün bir ürünü olan vala ve yaşmakla da eserde Gregoryan kültürü kapsamında yansıtılmaktadır.[70] Türklerde olduğu gibi bu kültürde de boncuk işlemeli yön örgü yaygı, salyangoz kabuğunun ve mavi boncuğun nazarlık olarak kullanımı her iki kültürde de vardır.[71] Kitapta yer alan gümüş hamam takımı takunya[72] Erzurum, Gümüşhane, Başburt, Erzincan da da mevcuttur.

Nevruz ateşi etrafında folklorik oyunlar oynama kültürü kitapta da yer almaktadır.[73] Kafkasya, Uluğ Türkistan ve Anadolu Türk kültüründe yer alan gümüş erkek ve kadın kemerleri eserde Gregoryan kültürü kapsamında yer almaktadır.[74] Azerbaycan’da tespitini yaptığımız kötü ruhlardan korunma adına ağaç dalına koyun-koç kafası ve bacağı asma geleneği bu kültürde de var.[75] Dağıstan ve Azerbaycan genelinde ve Anadolu’nun Aras vadisinde yaygın olan Şah bezeme, Oğlan Şahı, Kız Şahı yapma geleneği, eserde Gregoryan halk kültürü kapsamında gösterilmektedir.[76] Kurban edilecek hayvanın süslenmesi uygulaması her iki kültürde de vardır.[77] Takke, bere, kese örgüsü de keza her iki kültürde de vardır. Yapma bebek kültürü her iki kültürde de aynılıklar içermektedir.[78] Her iki toplumun halk kültürlerinde de yer aldığı anlaşılan diğer tespitler; ağaca adak bezi bağlama,[79] su kabağı süsleme,[80] süpürgeden gabçe/gabbe gelin bezemek,[81] kakma yöntemi ile ahşap kapı yapma.[82]

Bütün bu tespitlerden sonra denebilir ki, Türk ve Ermeni toplumunun halk kültürleri ve destanı hayatları göstermektedir ki, bu iki toplum sadece birlikte yaşamış olmanın doğal etkileşimi itibariyle bazı halk kültürü değerlerini paylaşmış olmakla beraber veya birisi diğerlerinin dinini seçmek suretiyle onun kültür dairesine girmekle kalmamış, bazı Ermeniler günümüz Türklüğünün yapı taşlarından iken bir kısım Ermeniler de Türk soyludurlar.

Haydat, ulusal Ermeni ideolojisinin merkezinde de yapay Ermeni milliyeti vardır. Bu kurgu anlaşılmadan Ermeni psikolojisi sağlıklı anlaşılamaz. Yurt anlamında Ermenistan, din anlamında Gregoryanlık ve kavim anlamında Hayk ırkı irdelenip, Ermeni yayılmacılığının haklı gösterilmeye çalışılan yapı taşları gün ışığına çıkarılmalıdır.

Çalışmamızın son bölümünü oluşturan bu kısım dünya literatürüne Gregoryan Türk gerçeğini sokma çalışmamızın bir parçasıdır. Türklerin bir kısmının Hıristiyan oldukları, Hıristiyan Türklerden; Ortodoks, Nasturi ve Süryani inançlı olanlar bilinirken, biz Gregoryan inançlı Hıristiyan Türkler üzerinde duruyoruz. Bu konuda maddi ve inanç kültüründen yola çıkarak yaptığımız çalışmalar olmuştur.[83] Bu defa halk edebiyatından yola çıkarak tezimizi izaha çalışacağız. Esasen bir kısım Türklerin Gregoryan kitle kapsamında Ermenileştirildikleri tezi üzerinde Prof. M. F. Kırzıoğlu ve Prof. Dr. A. Küçük tarafından çalışılmıştır.[84] Gregoryan inançlı kesimin halk edebiyatı ürünleri itibariyle Türk halk edebiyatı karakterli ürünler verebildikleri konusunda da çalışmalar bizden evvel de yapılmıştır. Bu konuda Azerbaycan Türkleri ve Ermeniler de çalışmalar yapmışlardır. Türkiye’den ilk çalışmayı ve doğrudan konuyu ele olan çalışmayı muhtemelen Prof. Dr. Fuat Köprülü yapmıştır.[85] Onu takip eden yıllarda, Şevket Beysanoğlu[86], Nejat Göyünç[87], Zeynelabidin Makas[88], Prof. Dr. Fikret Türkmen’in[89], Sabri Koz’un[90] ve daha başkalarının Mahmut Niyazi Sezgin’in[91] de çalışmaları olmuştur. Başta şiir olmak üzere Türk halk edebiyatının hemen hemen bütün alanlarında Ermeni bilinen şair ve yazarların ürünleri olmuştur. Fikret Türkmen “Türk Halk Edebiyatı’nın Ermeni kültürüne Tesiri” isimli çalışmasında bütün bu bilgileri kitap halinde toplamış, bu kitaptan sonra hocamızın iki ayrı bildirisinin konusunu da bu bahis teşkil etmiştir.[92] Hatta bizim bildirimizin konusu olan Kul Hartun, F. Türkmen’in bu kitabında isim bazında geçmektedir.

Bütün bu çalışmalarla, bizim bu incelememizle varmak istediğimiz hedef arasındaki fark, biz Ermeni halk edebiyatı ile Türk halk edebiyatı arasındaki ortak noktalar üzerinde durmuyoruz. Bizim tezimiz Ermeni halk edebiyatçılarının bilhassa Aşuğların (Aşık değil) Türk meslektaşlarının tesirinde kaldıkları gibi hususlar da değil. Biz yukarıda da belirttiğimiz gibi Türkçe yazan Türk edebi geleneklerini kullanan bu sanatçıların Gregoryan inançlı Türkler olduklarını izaha çalışıyoruz. Bu itibarla Kul Hartun’u ele aldık. Bu bakımdan Onun hayatı, şiirleri ve yetiştiği muhit üzerinde duracağız.

Kul Hartun “Salmaslı Kul Hartun” olarak tanınır. Doğduğu şehirle veya köyle birlikte aşıkların anılmaları Türk halk edebiyatı geleneğinin bir uygulama biçimidir. Sivaslı Veysel, Erzurumlu Emrah Bayburtlu Zihni gibi Hartun’un memleketi olan Salmas Güney Azerbaycan (İran Azerbaycan’ı) dadır. Burası Türkiye’ye 40 km. mesafededir. Urmiye’nin 90 km kuzeyindedir. Salmas’ta bir dönem çok gelişmiş olan Sufi-Tekke Aşık Geleneği’nin Kul Hartun Salmas’taki son temsilcilerindendir. Kul ön ekini almak, Türk halk tasavvufunun bir ürünüdür. Tevazu bildirir. Türk tasavvuf edebiyatında Kul Yusuf, Kul Himmet, Kul İbrahim, Kul Hüseyin, Kul Adil, Kul Bayramlı, Kul Mazlum gibi birçok “Kul” ön ekini alan hak aşığı olduğu gibi, Gregoryan aşıklardan başka Aşuğlar da bu ön isim ekini kullanmışlardır. Kul Egaz, Kul Havannes benzeri daha bir çok örnek verebiliriz. Gregoryan Aşuğlar Kul mumasili “Dede” ön ismini de kullanmışlardır. Turab Dede bunlardan biridir. Türk Tekke Edebiyatında ismi Dede ve Baba ile birlikte anılan hak aşığı sayılmayacak kadar çoktur. Türkmen hoca anılan kitabında[93] bu konuyu ayrıntılı irdelemiştir. Kul kelimesi Azerbaycan ve Kuzeydoğu Anadolu’da sıradan insan isimlerine de ilave edilmiştir. Eligulu, Mehmetgulu, Kulu Kişi gibi…[94]

Hocamız Prof. Dr. Şükrü Elçin “Kul” deyimi ve mahlası üzerinde ayrıntılı durmuştur. Türkçe bir isim olan kul deyimi, sekizinci asırdan itibaren Orhun Abideleri’nden dilimizde kullanıla gelmektedir. Bu devamlılığı Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip, Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Şeyyat Hamza ve diğerlerinde de görüyoruz. Salmaslı Kul Hartun ismindeki kul, mutasavvıfların “varlıkta yok olmak” zihniyetinin bir tezahürüdür. Bu mahlası alan şairlerimiz daha ziyade Alevi-Bektaşi şairlerimizdir. Tasavvufta kul kelimesi bir derinlik kazanmıştır.[95]

Doğum tarihi kesin olarak bilinmeyen Salmaslı Kul Hartun’un 19. yy. başlarında dünyaya gelmiş olması muhtemeldir. Onun öğrencisi olan Aşık Mikail’in derlenmiş olduğu bazı bilgiler, bizi bu şekilde düşündürmektedir. Azerbaycanlı konunun uzmanı bilim adamı Muharrem Kasımlı, Salmaslı Kul Hartun’un 17–18 yy.ın Aşıklarından olduğunu değerlendirmektedir. Salmaslı Kul Hartun kendisine dair bilgi verdiği bir şiirinde; “Adım Kul Hartun, Vetenim Salmas elime, vatane hain değilem,” demektedir. Mezarı Salmaz’ın Sarna köyünde olan aşığın şiirleri Salmaz ve çevresinde hala yaşamaktadır. Kendisine ait bir çok hatıralar masallaşmış ve Hartun adeta efsaneleşmiştir.

Kul Hartun’un da diğer hak aşıkları gibi hak aşığı oluşu haktan kendisine bir vergidir. Bilindiği gibi Türk tasavvuf edebiyatı geleneğinde bu mertebeye erişmenin yöntemleri vardır.

Hak şerbetini içerek aşık olma ve içilen badenin içerisinde “buda” diye bilinen iksirin bulunduğu budanın ak ve kara Türk cihan hakimiyeti motifi ile temsil edildiği, bu şeklin Türk el sanatlarının her kesimine yansıdığı görülmektedir.[96] Azerbaycan’da bu mertebeye eren yanı Hak’tan kendisine “Hak Kapısı” açılan Aşık, artık “Pir” olarak tanınır, bilinir. Bu hal geleneğe göre çok kere aşıkların şiirlerine yansır ve aşığın olayın cereyan şekline dair şiirlerinde açıklama yaptığı da olur. Salmaslı Kul Hartun’un Hak Şerbetini Hz. Ali (r.a) den içtiği açıklanmaktadır:

“Salmaslı Kul Hartun der yazılar geldi başa
İçtim Pir elinden kaynadım geldim coşa”

Salmaslı Kul Hartun’un Aşk Badesi içişinin iki ayrı anlatımı vardır. Bunlardan birisine göre; Sufiler’in Piri olarak bilinen Hz. Ali, Hartun’un rüyasına girer. Emir’ül-müminin öz eli ile bir badeye Hartun’a verip onu içmesini söyler ve Hartun badeyi içer ve hemen şiirler okumaya başlar. Hartun’un Hak Badesi içişi ile ilgili ikinci tespit daha değişiktir. Buna göre, Kul Hartun fakir ve fakat eli açık merhametli bir kimse idi. Genç yaşta bir değirmende işçi olarak çalıştığı dönemde o yıl bölgede çok ciddi bir kuraklık yaşanır, bütün buğday tarlaları kurur. Dostun dostunu tanımadığı bir dönem başlamıştır. Kul Hartun çalıştığı değirmenden yoksullara sürekli un vermektedir. Bir gece Hz. Ali, Kul Hartun’un rüyasına girer. Hartun’a yönelir ve Hartun’un öğütüp fakirlere verdiği undan yapılmış ekmekten biraz Hartun’un ağzına koyar. Hartun bu andan itibaren Hak şiirleri yazmaya başlar.

Bu tür aşıklara Pir denilirken, bütün Pir ismi ile tanınan hak adamları muhakkak şiir yazan anlamında aşık değillerdir. Aşkını şiire yansıtmamış olan Hak aşıkları da vardır.

Yazılanların başa geleceği, kader mukadder, tecelli inancının yani tasavvufun bir ürünü olup bu dünya görüşü bir çok Anadolu Türk halk ozanının şiirine yansımıştır. O’nun Hak Badesi’ni Hz. Ali’nin elinden içmiş olduğunu mezar taşını tespit eden ve bu konuda alan çalışması yapmış olan Tahid Malikzade ve Kazım Abbas’ın 1997 yılına ait notlarından öğrenmekteyiz.
Salmazlı Kul Hartun’un bir şiiri, bize onun yaşı hakkında kesin olmasa da bir fikir vermektedir:

“Altmış beş yıl elde olmuşam aşık
İnden bele daha olamam aşık”

Bu ifadeleri ile Hartun, aşıklık yaşını mı anlatıyor, yoksa şiiri yazdığı zamanki yaşına mı işaret ediyor. Bu şiiri yazdıktan sonra kaç yıl daha yaşamıştır? Bunları kesin olarak bilemiyoruz. Ancak;

“Tor oldu gözümden, gördüğüm ışık,
Kesilip taketten dizlerim menim”

Beytinden anlaşıldığına göre şiir, hayatının sonuna doğru ihtiyarlığında yazılmıştır. Buradan hareketle 80 yıl yaşadığı muhtemelen 15 yaşında Hak Aşığı olduğu değerlendirmesini yapanlar olmaktadır.

Salmas’ın Sarna köyündeki Kul Hartun’un mezar taşında bir tarih yoktur. Mezar taşında, elinde sazı olan bir aşık resmi vardır.
Salmaslı Kul Hartun’un Gregoryan inançlı olmasına rağmen Türk soylu olduğu üzerinde, O hayatta iken de durulmuş, çevresi onun ve benzeri bazı Hak aşıklarının Türk olduklarını tartışmışlardır. Gregoryan inançlı olan ve ana dili Türkçe olmayan kesim, yani Ermenilerin onu ve benzerlerini dışladıkları da olmuştur. Güney Azerbaycan’da Gregoryan inancına mensup iken, Türk olarak bilinen çok geniş bir toplum kesimi olmuştur. Halen Güney Azerbaycan’ın Urmiye kesimindeki Darbari, Dobari ve Sorbari isimli üç köyün halkı Gregoryan iken ana dilleri Türkçe olup, bunların eğitim ve kültür hayatları ile Ermenistan yakından ilgilenmeye başlamıştır.

Salmaslı Kul Hartun’un kimliği, o öldüğü zaman da ölüsünün defnedilmesi münasebetiyle gündeme gelmiştir. Hartun’un cesedi 3 gün boyunca ortada kalmıştır. Gregoryan Ermeniler onun için “ Türk’tü, Müslüman’dı” diyerek Müslüman Türkler de “Hıristiyan’dı” diyerek Hartun’a sahip çıkmamışlardır. Tablo oldukça ilginçtir. Tasavvufi tarzda şiir yazan bir kimseye taassup içindeki birçok mollanın ilgisizliği bir sürpriz sayılmazken, üstüne üstlük Hartun Gregoryan yani Hıristiyan’dır. İçki ile olan ilişkisini bilemiyoruz. Ancak Gregoryan olunca muhtemelen bu tekke şairi alkol de alıyordu.

Tabloya, Hıristiyan yanı Gregoryan Ermeniler açısından bakılınca onların Hartun’a sahip çıkmayışlarını anlamak da zor değildir. Nitekim Salmazlı Kul Hartun bir şiirinde;

“ Okumuşam dört kitabı Arabi Türki, Tatar,
Yirmisekiz hurufum var ezbere dilde katar”,

derken çok yönlü ve muhtevalı mesajlar vermektedir. “Dört Kitap” temasının Türk İslam inanç kültürü geleneğinin bir ürünü olması bir yana, zikredilen dört kitabın birisi, sonuncu olan Kur’an-ı Kerim’dir. Hıristiyan inançlı bir kimsenin bu ifadeyi kullanması klasik Hıristiyanlığı, yani inanç mantığı olarak Ortodoksi’yi aşabilmiş olmasını gerektirir. Bu tezahür bir Gregoryanda görülebiliyor ise O şahıs ancak “Hak Aşığı” olabilir. Böyle bir tipi sergileyen Kul Hartun’un kilise tarafından dışlanılmış olması sürpriz sayılmamalı. Bununla beraber, Hartun’un definini Ermeniler el –ayak edip (kerhen) yapmışlardır.
Salmaslı Kul Hartun’un tespiti yapılabilen şiirlerini bildirimizin metinine alırken şiirlerin tasavvufi tahlilini ilgisine bırakıyoruz. Bizim altını çizdiğimiz tema ve motifler arasında “alın yazısı” “Pir elinden bade içmek”, “kâmil olmak”, “cenazenin yıkanması”, “kefen inancı”, “Feleğin çarkı”, “ölümden sonraki hayata inanma”, “Türk İslam dini menkibelerinde geçen dini ve tarihi kahraman isimleri”, “ dört kitap”, “ 72 şüheda”, “ahırzaman peygamberinin şefaati”, “ 124 bin peygamber” gibi hususlardır.

Salmaslı Kul Hartun’un şiirleri haliyle tamamen konumuzla ilgili değildir. Ancak biz bu vesile ile tesbiti yapabilenleri metnimize almayı yeğledik. Bu şiirler Araştırmacıların birçok bakımdan çalışmalarında yardımcı olabileceği kanaatindeyiz. Semavi dinler arasında fark gözetmeyen Hartun’un İslam mezhepleri arasında fark gözetmesi beklenemezdi. Onun Şii ile Sunni’yi bir tutması bize Karapapah Türk tasavvuf şairi Nigari Mir Hamza’nın “Ne Şiiyem ne sünni Müsülmanam Müsülman” deyişini hatırlattı. Bu noktada mezhepler ve dinler üstü bir hak anlayışı sunan tasavvufun enginliği ve derinliği karşısında hayranlık duymamak mümkün değildir:

Elif Allah yaradandı dünyayı
Yedi Tabakası yanar, seca tek
Be bulut altından bir zemin asuman
He Hudandı Asumanda tek ha tek
He Hudam halk edip semada Al kuşu
Bir de, cim cesetde, yoktu toy tuşu
He hayatta beşyüzdü Onun yaşı
Dal ha dal vaktında gezer tek ha tek.
Gece gündüz men eylerem ha tarif
Sünniye Şiaya Kâbeyi şerif
Se senden gelecek bir neçehuruf
Ga Gadirdir her zamanda tek ha tek
Hartun deyir ne şirinsen ah veten
Nalet çekim çoğu (pislik) çıksın aradan
Yeri göyü arşı kürsü yaradan
Tek Allahdı her zamanda tek ha tek

II
Dat felek senin elinden gözlerim gan ağladı
Men ki, gan ağlamazdım cismimde can ağladı
Bir tükenmez derde düştüm hiç bulunmaz çareler
Askerda atabilmedim Sır günhan ağladı
İbrahim kırdı putları özü yanmadı nara
Eyyup bir derde düşmüştü Lokman bulmadı çare
Yahya da geçti serinden Zekeriya düştü tora
İsa çekildi çarmıha Ermenistan ağladı.
Kavim halkı yığıştılar Hakkı dilden saldılar
Ehli küfe bihayalar imam üste geldiler
Yetmişiki şu heda cümle şehit oldular
Kesildi Hüseyin’in başı arşı asuman ağladı
Yüzyirmidört bin peygamber beşi ulul ezm
Peygamber ahırı zaman bize şefaatdi
Kurulup azasefimeşher deyirler gıyametli
Biçare Salmaslı Hartun etti destan ağladı
Salmaslı Kul Hartun sık sık dağlara çıkıp, tabiatta olan bitenleri düşünürdü. Birgün böyle bir gezi esnasında bir şahsa rastlar. Şahıs Hartun’a efsunlu olduğunu, büyü yaparak yılan avladığını söyler. Hartun yaptığı işin bir meslek olmadığını bu işi bırakmasını yılan avcısına söyler ve ayrılırlar. Kısa bir süre sonra yılan, efsuncuyu vurur ve yılanın soktuğu efsuncu avcı ölür. Bunun üzerine Hartun şu şiirini okur:

III
Naşi bağban bağa vardın bağ ile işin nedir?
Almasın der, ayvasın der Narınla işin nedir?
Şeyda bülbül cık-cık van kızıl gül eşkine
Sen ki, gül alan değilsin Har ile işin nedir?
Bir bağa girebilmesen, girip seyran eyleme
Bir gülü derebilmesen deyip handan eyleme
Bir güzeli alamassan sevip hayran eyleme
Sen ki, yar alan deyilsen yar ile işin nedir?
Bir meclise gitme zinen orada durabilmesen
Bir gönülü yıkma ginen, yıkıp körebilmesen
Uzun dilin kısa olur cevap verebilmesen
Yoksulsan alçaktan yeri var ile işin nedir?
Salmaslı Kul Hartun deyir, yazılar geldi başe
İçtim Pirimin elinden, kaynadım geldim coşa
Sen, zorun sınamadan yapısına ağır taşa
Sen ki, bir hüner değilsen zor ile işin nedir?

Hartun bir eve misafir olarak gider, ev sahibinin bahçesinde sadece kuru bir erik ağacı vardır. Hartun’a ev sahibi meyve ikram edince bu tezat karşısında Hartun şu şiiri okur:

IV
Bir ağaç ki, kâmil olsa iptida, kökten kurur,
Ganim oğlan nezer salsa suyu kutretten gelir
Şükrolsun ol Huda’ya kuru ağaç bar verir

Meyvesi insan üçündür, kale mihmanam bugün
Dört kitabı bir bilenler sıtkı ile Hakkı tapar
Zerrece aklı olanlar, arıdan marifet kapar
Arı yığar min çiçeği ondan macun yapar
Mumu şamdanda yanan, bala heyranam bugün
Bu neçe bülbüldü, gelir cem ceset yaradır
Bu dünyanın dostları kalbi karadır.
Leyliden haber kaldırar Mecnun çok bicaredir
Yarın yüzüne bahanda hala heyaranam bugün
Ol becare aşık Hartun, ah çeker nara teper
Kimisi suyun kızdırar kimisi sidrin döker.
Uyma çok dünya malına üç beş arşın bez yeter,
Serin toprağa varanda, sala mihmanam bugün

Dönemin aşıklarından birisi, Hartun ile tanışıp, onunla bağlaşmak, atışmak yarışmak ister. Sorarak Hartun’un evini bulur. Hartun’un eşi, Hartun’un tarlada olduğunu orada çalıştığını söyler ve aşık tarlaya gidip çalışmakta olan bir şahısa aşık olduğunu, Hartun’u aradığını söyler ve amacının Hartun ile bağlaşmak olduğunu söyler. Bunun üzerine, tarlada çalışmakta alan şahıs tarlaya gelen aşığa;

V
“Gör, menem,
Bil, menem
Tanı, menem”

der ve bu ifadesini üç defa tekrarlar. Aşık duyduklarını; görmenem, tanımanam, bilmenem” şeklinde algılayında Salmaslı Kul Hartun aşığa bu sevdadan vazgeçmesini, daha tanışma safhasında yenik düştüğünü söylemek zorunda kalır:

VI
Göyden iki melek indi, biri dilli biri lal
Dilinin cevabın verdim Lala bilmem neyleyim
Bili cane kasteyledi, bili malım istedi
Malımı taktim eyledim canı bilmem neyledim
Gavvaf olup derin derin deryalara dalmadım
Saralıban ayva gibi bir ürekten solmadım
Ben bir naşı serra fıdım Leli gadrin bilmedin
Leli verdim bir nadana alabilmem neyleyim
Ey ilahi giden yohtu name yazdım dostuma
Gece gündüz şer rakipler girip canımı kastına
Gusse benim ben de sazı alıp sinem üstüne
Üreyimi gam bağladı çalabilmem neyleyim
Gel biçare aşık Hartun ne gezirsen Tebris’i
Kısmet olar, hizmet olar ata ana evimiz
İlahiden emir olunar geler ömrüm gabrini belgesi
Gelse ecel, vermez-macal galabilmem neyledin
Ademden ileri nebilerden beri neçe eyyam neçe iller itipdi
Nece peygamberler ve evliya Musa kimi imran itipti.
Hani Davut oğlu Yusufu Süleyman
Getti kahraman boş kaldı meydan
Meşeler Arslanı Şir-i Gergedan
Rustem Ocağından Zal’ler itipler
Hani Yakupoğlu mehbubu Selatin
Aya güne benzer Yusuf Sefatın
Demir tek yetti öz hükümetin
Nadir gibi kahramanlar itipti
Salmaslı Kul Hartun derin boylama
Doyazda dur ginen, derin boylama
Feleğin çarkı ile şartı bağlama
Senden de yada bunlar düştü.

VII
İlimin deryasından yüzüp çıkmışam
Doyazıyam hele derin-derin değilem
Ustat hevenginde ben dövülmüşem
İrisiyem hele narin deyilem
Ağam bade verip ben de doluyam
Ustatların sağıyam hem soluyam
Şairlerin gulamıyam guluyam
Ayağıyam hele seri değilem
İriyem iriylem, düzem düzinen
Kirpiyem koş altda gözüm, gözümle
Vurmamışam vurulmanam sözünen
Acıyam, acıya şiirin değilem
Pazarım kesatdı metaim elmas
Gubarlı gönlümü nece tutup pas
Adım Kul Hartun vetenim Salmas
Elime vetene Hain deyilem

VIII
Bu çarkı devrandı, ha gelip geçer
Birden yoksul birden bar olur gönlüm
Birden göz önünde dünya dar olur
Gam Mehmet çulguyup dar olur gönlüm
Dem gönüllü laledir güller açılır
Dem saat demin hayaller geçirir.
Dem gönül şişedir, sınar puç olur
Dem ahu zar eyle, kar olur gönlüm
Dem gocaldım ged, dalım büküldü
Ah didem yaşı ömrüm söküldü
Dem el geldi meyline su döküldü
Kul Hartun üstünde dar olur gönlüm

IX
Gel deli divane göynüm sızıldar canım senin
Özün getir bir lokmana bilsin derman senin
Gerdiş vurar karar tutmaz Çarkı devranın senin
İmran dilin bende düşer bilmez dehanın senin
Tapşır Hakkın emanetin cesette canın senin

X
Okumuşam dört kitabı Arabi Türki Tatar
Yirmisekiz hurufum var, ezberim dilde katar
Penahımsan perverdigarım esrarım eyle satar
Cehennemin narından aziz kendini kurtar
Dil cevabı arz eylerim İncil Kur’an’ın senin

XII
Uyuma şeytanın fiiline vebal gelip kalanar
Kimler der kimler güler gedip sallanar
Yetişerler hesabına nalen arşa dayanar
Birgün olar, şur çalınar küllü mahluk uyanar
Geçersen polı sırattan olsa olsa amelin senin

XIII
Evvel Hak’kın dergahında Şeytan oldu sermende
Sıdk dilden çagıranlar hiç vakit olmaz dermande
Hak’kın binbir adı vardır, gece gündüz dillerde
Yığılar küllü mahlukat sual oldu mahşerde
Gel biçare Aşık Hartun nece olar halin senin

XIV
Bahar faslı bu gülşene gelende
Şeyda bülbül nale çeker şeş ha şeş
Arş yüzünde şöyle çekir mahı tap
Elif üzre be yazılmış şeş ha şeş
Cennet kapısın benzettin yaza
Tülek terlan aşık olupdur saza
Bir insan sıdk ile dursa namaza
Ahir olar metlebin şeş ha şeş
Allah’dan istediğin mevladan dile
Halk edip yaratıp özü, şeş ha şeş
Hortun deyir, işim ahuzar oldu
Dert elinden kara bağrım yarıldı
Kefenim biçildi, gabrim kazıldı
Düşman güler dostlar ağlar şeş ha şeş

XV
Elif Allah be bünyatı zılanda
Yarattı dünyayı o saat saat
Gönlünde bir fikir hayal eyledi
Halk etti ademi o saat saat
Adem varit oldu orda cennete
Bir gile ezdiler attı zulmete
Günahkar söyledi ta kıyamete
Soydular rahtını o saat saat
Gayretin saklayın üç kimse nedir
Heçkes bilmez, onlar ne feriştedir
Haktan inleyen olup gelip alaydı
Vereydim canımı o saat saat
Can çıkanda bindirirler semende
Baykuş tek ben bu veranda
Her neki yazır İncil Kur’an’da
Okurlar üstüne o saat saat
İncile bağlıyan Hak Divanı’nda
Salmas Kul Hartun Hak Divanı’nda
Çekerler günahımı Hak Divanı’nda
Sallarlar zindana o saat saat

XVI
Hak taala yattı cennet içinde
Özü öz eliynen dört budağı dört
Keramet eyledi kalktı ayağa
Gönüllü dünyanın dört kırağı dört
Suyu tasnif etti sim fedaya
Söylesin gösterdi gün olan aya
Bu ne kimse nedi geldi dünyada
Ceset bir, baş iki, dört kulağı dört
Adem oğlu bilmez o ne teherdir
O’nun bir katresi lal-ı cevherdir
İçen kimse biler ab-ı kevserdir
Cennet bahçesin dört bulağı dört
Cennet bahçesinin okur bülbülü
Hak özü kerimdi unutmaz kulu
Eli’ye bahşetti verdi Düldül’ü
Gayıptan nallandı dört tırnağı dört
Göyden indirdiler o melakeler
Benim ehvalımı kimseler biler
İkisi yıkıldı ikisi kalar
Salmaslı Hartun’un dört otağı dört

XVII
Bizden selam olsun Arif olana
O gece deryadır ayakdı yetti
Üçyüz altmış altı şamdan içinde
Yanar şövre verer çığı yetti
Necesin benzettim ol Süleymana
Necesin benzettim ol Kahramana
Neçe kurban geldi Yakub-u kenan’a
Her dem çuşa gelen ayağı yetti
Necebin kaledi nece bin Haser
Necebin melekler defterin yazar
Mesciti minberi tamam lalazar
Salmaslı Hartunum dedim yettisin
Yetti dal yetti bağ, yetti yettişin
Yetti çağ yetti ağ, yetti yettisin
O, ne dildi deyir dudağı yetti

Salmaslı Kul Hartun’un müslümanlığı, dini Hz. Adem’den başlatan Amentü’de tanımı yapılan anlamda islamdır. Yani o bir Allah adamıdır. Gregoryan İnanç muhitinde dünyaya gelmiş olması, onun hak aşığı olmasına engel teşkil edemezdi. O, putperest bir çevrede de dünyaya gelmiş olabilirdi. Nitekim Hz. Muhammed’e Peygamberlik gelip İslam yeniden doğuşunu yaşamadan evvel de İsevi, Musevi vb. cemaatlerden hak aşıkları tabii ki olmuştu. Kul Hartun’un bize göre şanslılığı, Hak aşığı olabilme şansının çok sınırlı olduğu bir ortamda Gönül Gözü’nün açılabilmiş olmasıdır. Allah O’na rahmet etsin.

Salmaz’lı Kul Hartun’un şiirleri bize O’nun muhitinin Tebris’i de kapsadığını göstermektedir. O’nun Müslüman komşuları işlediği temalardan anlaşıldığına göre Şii- Caferi İslam muhitidir. Mensubu bulunduğu Aşık çevresi, kendisinden evvel Hoylu Aşık Vartan, Urmuyeli Aşık Dadaşyan, Türkçe yazmış Gregoryan inançlı Türk Aşıklarıdır. Halen bu ekolu, Gregoryan İnançlı Türklerden olup Türkçe yazan Aşık Yusuf Ohennes sürdürmektedir.

Bütün bu açıklamalardan sonra söylenebilir ki, Gregoryan inançlı Türklerin varlığını, bu kesime mensup aşıkların şiirlerinden hareketle göstermek mümkündür. Bize göre tespiti yapılan husus, birlikte yaşayan halkların kültürel etkilenmelerinden ziyade, Türk Bozkır Medeniyeti, sözlü edebiyatının bir ürünü olan aşıklık geleneğinin, tasavvufi şekillenmesini Gregoryan İnançlı Türklerde de görülmesidir.

Salmaslı Kul Hartun’u anlayabilmek Hak’ı anlamakla mümkündür. O’nun için Gregoryan, Ortodoks, Şii veya Sunni olmak bir şey ifade etmez. Ermenistan veya Türkistan’da yaşanan ellerdir. Vatandır. Vatan sevilir. Mülkün sahibi Hak’dır. Aşıklar Hak yoldaşıdırlar.

KAYNAKLAR
[1] Yaşar Kalafat, “Kültürel Küreselleşme –Dinler arası Diyalog ve Mono Milliyetçilik”, 2000. Yılında Hıristiyanlık: Dünü, Bugünü ve Geleceği, (9-10 Haziran2001), Ankara
[2] Yaşar Kalafat-Nazmi Gül, “Kimliklerin Oluşmasında Halk Biliminin Önemi-Ermeni Medeniyeti ve Kültürel Kimliği” Kafkas Albanyası’nın Etnomedeni İrsi Beynelhalk İlmi Konferansı(21–24 Mayıs 2001), Bakü
[3] Yaşar Kalafat-Nazmi Gül, “Kimliklerin Oluşmasında Halk Biliminin Önemi-Ermeni Medeniyeti ve Kültürel Kimliği”, Kafkas Albanyası’nın Etnomedeni İrsi Beynelhalk İlmi Konferansı(21–24 Mayıs 2001), Bakü
[4] Yaşar Kalafat “Mono Milliyetçilik ve Milli Kilise” Sekizinci Askeri Tarih Semineri (24–27 Ekim 2001), İstanbul
[5] A.Küçük, “Belgelerin Işığında Türk –Ermeni Münasebetlerine Genel Bir Bakış”, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1989. Cilt 1, ss. 245 –259
[6]M.K. Türközü, Osmanlı – Sovyet Belgelerinde Ermeni Mezalimi, Ankara, 1995, ss. 2–5
[7] Elkhan Alasgrov… “Yayınlanmamış Kafkasya Notları”, Ankara 2001
[8] R.B. Göyüşov, Kafkas Albanyasında Hıristiyanlık, Bakü, 1984
[9] Kevork Pamukciyan “Onyedinci Yüzyıldan Kalma Türkçe Üç Halk Şiiri” Halk Kültürü 1984 /4 On Dördüncü Kitap, İstanbul, 1985 ss. 4–145–149
[10] Yaşar Kalafat “Azerbaycan ve Çeçenistan Notları”, Yeni Düşünce, 17–23 Ağustos 2001 sn.33 ss. 38–44
[11] Kevark Pamukçiyan “Ermeni Harfli El Yazması Eski Bir Cönk 1, Folklor ve Etnografya Araştırmaları, İstanbul, 1984, ss. 413–445
[12] A. Turgut Kut, “Ermeni Harfleriyle Basılmış Türkçe Halk Kitapları, Halk Kültürü, 1984/1, İstanbul, 1984, ss.69–79
[13] A. Turgut Kut , “Ermeni Harfleriyle basılmış Türkçe Destanlar I”. Halk Kültürü 1984/3 Üçüncü Kitap, İstanbul, 1984, ss. 65-73 konusunda “Köprülü Aşık Edebiyatı’nın tamamiyle milli bir menşei, asırlardan beri devam edip gelen bir ananesi vardır.(..) Bu daha İslamiyetten evvel Türkler arasında yaygındı; sonraları İslamiyetin kabülünden sonar da bu edebiyat tarzı sönmemiş yaşamıştır.(…)” demektedir. Geniş bilgi için bkz. ( Köprülü S. 239–269 Zikreden İ. Necdet Çetinok, “Sarı Gelin Türküsü ve Ermenilik”, Erciyes, Haziran, 2001, Sayı 282, ss. 7–14
[14] Sarı Gelin; türküsünün folkloric kimliği konusunda bkz. (i. Necdet Çetinok “Sarı Gelin Türküsü ve Ermenilik”, Erciyes, Haziran, 2001, Sayı 282, ss. 7-13) Türk Halk şiiri geleneği boyutu itibariyle bkz. Fikret Türkmen, Türk Halk Edebiyatında Ermeni Kültürüne Tesiri, 1992. M.F. Köprülü, Arşak Çobanyan ve De Morgan’ın Türk Edebiyatındaki Aşık Tarzının Ermeni Edebiyatının Ürünü Olduğuna Dair İddiaları, (?:?,?).
[15] Abdullah Gökbal “Kıpçak Türklerinde Hıristiyanlık”, 2000 Yılında Hıristiyanlık Dünü Bugünü ve Geleceği Sempozyumu, 9-10 Haziran 2001, Ankara
[16] İbrahim Kafesoğlu, Türk Bozkır Kültürü, Ankara, 1987, ss. 96–102
[17] M.A. Kaşgarlı, Kilikya Tabi Ermeni Baronluğu Tarihi, Ankara, 1990, s. 87
[18] Rasim Efendi, Azerbaycan Dekorotivv- Tatbiki Sanatı, Bakü, 1976, ss. 7–13; Mustafa Ünal, “Azerbaycan Mezar Taşlarında Geleneksel Türk Dini ve İslamın Etkileri”, Uluslararası Dördüncü Türk Kültür Kongresi Bildirileri, 4-7 Kasım 1997, Ankara, ss. 287–295
[19]Beyhan Karamağaralı. Ahlat Mezar Taşları, (Ankara, 1992)
[20]Murad Adji, Avrupa., Türkler, Stepler, (Moskova, 1998), ss. 295–296
[21]R.S. Kociev, Etnoloji Adentologia, (Moskova, 1979).
[22] S.V. Lurye, Etnologiya, (Moskova, 1999)
[23] Nejat Göyünç; “Turkish – Armenian Cultural Relations”, Armenians in the Late Ottoman Period, (Ankara, 2001), ss. 23-43
[24] Fikret Türkmen, Türk Halk Edebiyatının Ermeni Kültürüne Tesirleri, (İzmir, 1992).
[25] Murat Adji, Kıpçaklar (Türklerin ve Kadim Büyük Bozkırın Kadim Tarihi), Çev. Dr. Z. Bağlan Özer, (Ankara, 2002), ss. 168-173
[26] P.B.Golden, Türk Halkları Tarihine Giriş, (Ankara, 2002), s. 87
[27] M.Aktok Kaşgarlı “Anadolu Ermeni Destanları –Efsane ve Masalları Kritiği”, III. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Cilt 2, Ankara, 1986, ss. 17–24
[28] M.Fahrettin Kırzıoğlu, “Albanlar Tarihi M. Ö IV-Ms. X. Yüzyıllar Üzerine”, XI. Türk Tarih Kongresine Bildirileri, Ankara, 1994, ss. 1-67
[29] Abdurrahman Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, (Ankara, 1997)
[30] M.A.Kaşgarlı. a.g.m
[31] M.A. Kaşgarlı. a.g.m
[32] M.A. Kaşgarlı a.g.e.
[33] Ş.K. Şerefoğlu, “Türk Halk İnançlarında Özellikle Orta Toroslarla Kara İyelerle İlgili Halk İnançları”, Güneyde Kültür, 1996 Sayı 76, ss. 21–25
[34] M.A. Kaşgarlı a.g.m
[35] Yaşar Kalafat, “Geçmişten Günümüze Halk İnançlarımızda Işık”, Milli Folklor, Ankara, 1994, Sayı 21, ss. 25-30
[36] A.Çay, Anadolu’da Türk Damgası, Koç Heykel Mezar Taşları ve Türklerde de Koç-Koyun Meselesi, (Ankara, 1983)
[37] Peter B. Golden , a.g.e ss. 87
[38] M.F.Kırzıoğlu, Kars Tarihi, (İstanbul, 1953), ss. 169–188, Milli Destanlarımızda Dede Korkut Oğuznamelerinin Tarih Belgesi Bakımından Değerleri, Belleten, Ankara, 1986, Cilt 50, Sayı 927
[39] A.Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ankara, 1997, ss. 140–145
[40] M.F.Kırzıoğlu a.g.e. ler.
[41] İbrahim Kafesoğlu, “Ahlat ve Çevresinde 1945’te Yapılan Tarihi ve Arkeolojik Tetkikler Seyahat Raporu”, İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Dergisi, İstanbul, 1950, Cilt 1, ss. 184–185
[42] Mehmet Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, (Ankara, 1981), ss. 209–231
[43] Kutlu Özen, Sivas ve Divriği Yöresinde Eski Türk İnançlarına Bağlı Adak Yerleri, (Sivas, 1996), ss. 33–37
[44] Y.Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, (Ankara, 1999), ss. 27–34
[45] Y.Kalafat, M.Kıyani, “Kaşkayi Türklerinde Sosyal Yaşam”, Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri, Sivas, 2001, Sayı 1, ss. 227–247
[46] Yaşar Kalafat, “Orta Toroslarda Karşılaştırmalı Halk İnançlarında At”, Türk Dünyası Tarih Degisi, Mart 1998, Sayı 135, ss. 23-31
[47] Y.Kalafat “Aybastı Yer Adı ve Türk Halk İnançları”, II. Aybastı Sempozyumu, 17–18 Temmuz 2001.
[48] Yaşar Kalafat, Kuzey Azerbaycan-Doğu Anadolu ve Kuzey Irak’ta Eski Türk Dini İzleri, Dini Folklorik Tabakalaşma, (Ankara, 1998), ss. 23-25, 32-37
[49] M.A. Kaşgarlı, a.g.m
[50] Yaşar Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, (Ankara, 1999), ss. 104–107
[51] Yaşar Kalafat, a.g.e. ss. 81-96
[52] Yaşar Kalafat, Güney Kafkasya, (Ankara, 2000), ss. 9-24, 39-71, Kırım-Kuzey Kafkasya, (Ankara, 1999), ss. 63-76, 196-207
[53] Levon Abrahamian and Nancy Sweezy, Armenian Folk Arts, Culture, and Identity, (Çin, 1984), ss. 40
[54] a.g.e. ss.15
[55] a.g.e. ss. 64
[56] a.g.e ss. 65
[57] a.g.e ss. 69
[58] Beyran Karamağralı. Ahlat Mezar Taşları. Ankara, 1992. ss. 241.
[59] a.g.e s. 77
[60] a.g.e. s. 81
[61] a.g.e s. 83
[62] a.g.e s. 88
[63] a.g.e ss. 102,105
[64] a.g.e s. 106
[65] a.g.e s. 108
[66] a.g.e s. 114
[67] a.g.e s. 121
[68] a.g.e ss. 158-159
[69] a.g.e s. 177
[70] a.g.e ss. 179-181
[71] a.g.e s. 193
[72] a.g.e s. 202
[73] a.g.e ss. 119-221
[74] a.g.e. ss. 202 – 204
[75] a.g.e. s. 232
[76] a.g.e. s. 257
[77] a.g.e s. 258
[78] a.g.e s. 265
[79] a.g.e s. 223
[80] a.g.e. s. 223
[81] a.g.e s. 229
[82] a.g.e. s. 269
[83] Yaşar Kalafat, Mahmut Niyazi Sezgin, “Ermeni Kültür Stratejisi ve Albanlar Meselesi”, Ermeni Araştırmaları, Mayıs 2002

[84] Fahrettin Kırzıoğlu, “Armenya/Yukarı Eller Tarihinin İçyüzü”, Belleten, Cilt 50, Sayı 198, Aralık 1986, Abdurrahman Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, (Ankara, 1997).
[85] Fuat Köprülü, “Türk Edebiyatında Aşık Tarzının Menşe ve Tekamülü Hakkında Bir Tecrübe”, Milli Tetebbular, Sayı 2, 1922, 457-486, “Ozan”, Azerbaycan Yurt Bilgisi Dergisi, 1932, Sayı 3, ss. 1340, Türk Ansiklopedisi Ozan Maddesi, Cilt 8, ss 2913-2914
[86] Şevket Beysanoğlu, “Diyarbakır Halk Kültüründe Saz Şairleri Geleneği ve Türkçe Söyleyen Diyarbakırlı Ermeni Aşuglar”, 4. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri, 2. Cilt, Ankara, 1992
[87] Nejat Göyünç, “Turkish-Armenian Cultural Relations”, The Armenians in the Late Ottoman Period, (editör Türkkaya Ataöv), ss. 23-42
[88] Zeynelabidin Makas, “Türkçe Yazan Ermeni Aşıkları Ve Bizden Aldıkları Halk Şiiri Nevilerinden Örnekler”, 19 Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Haziran 1989
[89] Fikret Türkmen, Türk Halk Edebiyatının Ermeni Kültürüne Tesiri, Ankara, 1992
[90] M. Sabri Koz, “19. Yüzyıl aşıklarından Nami ve Divançesi”, IV. Uluslararası Türk Halk Edebiyatı ve Yunus Emre Semineri, 11-13 Mayıs 1989, Eskişehir, ss. 231-235
[91] Yaşar Kalafat, Mahmut Niyazi Sezgin, “Ermeni-Alban İlişkilerinin Stratejik Boyutu”, Ermeni Araştırmaları Türkiye Kongresi, 20-21 Nisan 2002, Ankara
[92] Fikret Türkmen, “Tarih Boyunca Türk-Ermeni İlişkileri ve Günümüzdeki Olaylara Etkileri”, Uluslararası Türk-Ermeni Tarih ve Kültür Sempozyumu, 27-28 Kasım 2001, Ankara, “Türk-Ermeni Kültür İlişkileri”, Ermeni Araştırmaları Türkiye Kongresi, 20-21 Nisan 2002, Ankara
[93] Fikret Türkmen, Türk Halk Edebiyatının Ermeni Kültürüne Tesiri, (Ankara, 1992)
[94] İ. Özmen, Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi 13-15. yy,(Ankara, 1998)
[95] Prof. Dr. Şükrü Elçin, “Kul Deyimi ve Kul Mahlası Halk Şairleri”, Türk Kültürü Dergisi, s.259, ss.706–712
[96] M. Kasımlı, Aşık Seneti, (Bakü, 1996), Mehmet Gökalp, “Aşık Edebiyatında Bâde, Hızır ve Ledün İlmi”, Türk Folklor Araştırmaları, Ankara, 1989, ss. 33-45.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir



istanbul travesti Haber |istanbul travesti Bilgi |istanbul travesti |istanbul travesti |travesti | ankara travesti|ankara travestileri |ankara travestiankara travesti