AZERBAYCAN CUMHURİYETİ – KAZAKİSTAN CUMHURİYETİ – KIRGIZİSTAN – KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ – ÖZBEKİSTAN – TÜRKİYE CUMHURİYETİ – TÜRKMENİSTAN
AZERBAYCAN CUMHURİYETİ
Kuruluş Tarihi: 18 Ekim 1991
Yüzölçümü: 86.400 km2
Nüfusu: 8.000.000
Başkenti: Bakü
Tarihi
Azerbaycan’ın adı konusunda değişik görüşler bulunmaktadır. Burayı (M.Ö. 323) yöneten komutanlarından Atropates’ten geldiği söylendiği gibi “Od” anlamındaki azer sözcüklerinden geldiği de belirtilmektedir. Ancak, bu yer adının etimolojisi yapılırken, bu bölgede egemenlik Süren Kasar (Hazar) Türkleri’nin ismi de göz önüne alınmalıdır ve kaynaklara göre gerçek payı da büyüktür.
Türklerin Azerbaycan’a gelişleri tahminini ve M.Ö. Saka-İskit döneminde başladığı savunulmaktadır. M.S.395’te Hun Türkleri Balkanlar’a inerken bir kısmının Kafkaslar yoluyla Anadolu’ya ve Azerbaycan’a sarktıkları bilinmektedir.
Selçuklu Türklerinin Azerbaycan’da görülmeleri ise 1015-1021 yılları arasındadır. Sultan Alpaslan zamanında Azerbaycan’da Türkmenler sayesinde Azerbaycan’ın Türkleşmesi kolay gerçekleşmiştir. Azerbaycan daha sonra İlhanlıların egemenliğine girmiş ve bir süre Altınordu Devleti’nin hakimiyetinde kalmış, Akkoyunlu ve Karakoyunlular döneminde Türk nüfusu bakımından en yoğun dönemini yaşamıştır. Daha sonra Azerbaycan’da Safeviler, Afşar ve Kaçarlar hüküm sürmüşlerdir.
Bundan sonra sırasıyla Şeki, Gence, Bakü, Derbent, Kuba, Nahcivan, Revan, Tebriz, Urmiye, Erdil Hanlıkları dönemi başlamıştır. Azerbaycan toprakları Rusların egemenliğine girdikten sonra Revan’a ve Karabağ’a Ermeniler yerleştirilmeye başlanılmıştır.
Azerbaycan Türkleri 1918-1920’de Kafkasya kurultayını toplamış ve 28 Mayıs 1918’de de ulusal Azerbaycan Devleti’ni kurmuşlardır. Ancak 1920’de Sosyalist Sovyet Cumhuriyetlerine katılmak zorunda kalmış, 30 Eylül 1991 de SSCB çöküşüyle bağımsızlığını yeniden ilan etmiştir.
Azeriler Kafkasya bölgesinin en büyük Türk bölümünü oluşturmaktadır. Asya’da ve Kafkasya’daki Türk halklarının en okumuş ve kültürlüleridir. Bugüne kadar Kafkaslarda ulusal ve ırksal uyanışın merkezi hep Bakü olmuştur. Bu düşüncenin isim babaları Hüseyinzade Ali, Ağaoğlu Ahmed, Ali Merdem Topçu Beydir.
Coğrafi Konumu
Azerbaycan 38°- 25 kuzey enlemleri ile 44°- 50 doğu boylamları arasındaki coğrafi bölgeye yerleşmiştir. Sınırların uzunluğu 3600 km dir. Azerbaycan 657 metre deniz seviyesinden yüksektir ve topraklarının %50 si dağlık alanlardır. Dağlık alanlar Büyük Kafkasya, Küçük Kafkasya ve Talış dağlarından meydana gelmektedir. En yüksek yeri Tufan dağı 4489 metredir. Hinal dağı, Deli dağı, Kedi dağı önemli dağlarıdır. Kur – Aras Ovası en büyük düzlüktür.
Azerbaycan iklimi dünyadaki 11 iklim çeşidinden 9’una sahiptir. Yıllık ortalama sıcaklığı 10° nin üzerindedir. En büyük gölü 17,5 km2 ile Hacıkabul gölüdür. Sarısu, Candakar, Açınonur, Büyük Sur ve Göygöl’dür.
Azerbaycan’ın en uzun nehri ise 1364 km Hazar denizine dökülen (Kura) Kür Nehridir. Kür’ün bir kolu olan Aras ise 1072 km dir. Azerbaycan’da, Mingeçevir, Sarsank, Ceyranbatan ve Arapçay barajları bulunmaktadır. Başkenti Bakü’dür. Dili Batı Oğuzcadır.
Azeri toprağı olan Yukarı Karabağ Özerk Bölgesi bugün Ermeni işgali altındadır ve bir milyon Azeri yurtsuz bırakılmıştır.
Sosyal Yapı
Azerbaycan’da Aile bağları çok güçlüdür ve genç nüfusa sahiptir. Erkeklerde yaş ortalaması 65.7, kadınlarınki de 73.5’dir. Ortalama yaşam 69.9 dur.
KAZAKİSTAN CUMHURİYETİ
Kuruluş Tarihi: 16 Aralık 1991
Yüzölçümü: 2.717.000 km2
Nüfusu: 17.000.000
Başkenti: Astana
Tarihi
Türkçe’de “Kazak”, sözcüğü özgür, bağımsız, yiğit, cesur anlamına gelmektedir. Kazakların kullandığı dil; Kazak Türkçesi Tatar, Başkurt, Nogay, Kırgız, Kıpçak lehçeleri arasında yer alır. Kazak Türkçesi’nin gelişmesi ise Ibray Altınsanın, Çokan Velihanou’un ve Abay Kuranbaydı’nın çalışmalarıyla gelişmiş ve Kazaklar arasında konuşma ve yazı dili gelişme göstermiştir. Ayrıca Arapça ve Farsça’dan daha az etkilenmiştir.
Kazakistan’da yapılan kazılarda elde edilen buluntuların Yenisey motiflerine benzediği dikkat çekmiştir ve özellikle Kök Türkçe mezar kitabeleri üzerinde bilim adamlarının yaptıkları araştırmalarda Kazakistan’daki Türk varlığıyla ilgili önemli belgeler çıkarmışlardır. Altaylarda bulunan demir eritme ocaklarına Kazakistan’da da rastlanmış, Güney Kazakistan’da, ok uçları, kama sapları bulunduğu görülmüştür.
Ancak Kazakların ortaya çıkışları çok eskilere gitmesine karşın tarihi kaynaklara göre Cengiz Han’ın torunları zamanına rastlamaktadır. Kazaklar kendilerinin Alaş-Alaç adlı Ata’dan geldiklerine inanırlardı. Bu Ata’nın üç oğlu olduğu, bunların da üç kazak boyunu meydana getirdiklerini kabul ederlerdi.
Geleneksel olarak göçebe olan kazakların tarih sahnesinde etkili olmaları ise Özbek Hanları devrinde olur. Bu dönemde Kazaklar Canı Bel’in Oğlu Kasım Han İdaresinde Balkaç bölgesinde yaşarlarken, bir kısmı da Burunduk yönetiminde Urallarda yaşıyordu. Daha sonra Kasım Han, bütün Kazakları kendi egemenliği altına alır (1520). 17. yüzyılda ise Tevka Han, Kazak Türklerini yasal kurallara bağlar. Ancak 17. ve 18. yüzyıllarda Ruslar Türkistan’da önemli işgallerde bulunur. Bu olaya Kazaklar büyük tepki gösterir. 1783’te Sırım Batur önderliğinde Kazaklar bir ayaklanma başlatırlar.
Kazak önderler 1906’da halkta ulusal (milli) bilincin uyanmasını sağlarlar. 1916’da harekete geçerler ve 1917’de Umumi Kazak Kongresini toplayarak Orenbur’u Başkent yaparlar. 1924’te otonom olarak başkentlerini Ak-Mescit’e taşırlar ve 1936’da Sovyetlerin bir üyesi statüsünü kazanırlar.
Kazakistan 1990’da egemenliğini, 1991 tarihinde bağımsızlığını ilan etmiştir. Kazakistan Cumhuriyeti Birleşmiş Milletlerin üyesidir.
Coğrafi Konumu
Kazakistan yüzölçümü 2.717.300 km2 dir. Kuzeyde ve Batıda Rusya Federasyonu, Doğuda Doğu Türkistan, güneyde Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan ile çevrilidir. 45*-87* doğu boylamları ile 41°-57° kuzey enlemleri arasında yer almaktadır. Kazakistan geniş bozkırlarla kaplı olup geriye kalan tüm arazinin yarısı çöldür. İklimi yazları kurak ve sıcak, kışları sert geçen karasal iklim özelliklerini taşımaktadırlar. Kazakistan, Aral, Balkaş, Alakol, Tengiz, Zaysan, Selatitengiz Gölleri ve Ural, Emba, Seyhun (Siriderya), Sarısu, İli, İrtiş Nehirleri önemli su kaynaklarıdır.
Kazaklar Orta Asya’nın en kalabalık Türk milletidirler ve toplam nüfus 17.000.000.- dur. Bu nüfusun % 48’i Kazak % 34’ü Rus, % 6’sı Ukraynalı, % 4’ü Alman, % 8’i de diğer uluslardır. Ayrıca, Doğu Türkistan’da 650.000, Moğolistan Halk Cumhuriyeti’nde 40.000, Afganistan’da 3.000 Kazak’ın yaşadığı kaynaklarda verilmektedir. 1950’den sonra Çin’den SSCB’ye önemli bir kazak göçü olmuştur. Bunların dışında 590.000 Sovyet Kazağının Volga, Ural ve Batı Sibirya bölgesinde yaşadığı bilinmektedir. Ortalama yaşam süresi 69 yıldır. Km2ye 2.6 kişi düşmektedir. Şehirleşme oranı % 57’dir. Çalışabilir nüfusun % 81’i istihdam edilmiştir.
Önemli şehirleri Alma-Ata, Karakanda, Çimkent, Petropavlosk, Sempalatinsk ve Astana’dır. Başkent Astana’ya 1998 yılında taşınmıştır.
Eğitim
Göçebe olarak doğan ve 19. yy.’ın sonunda yerleşik yaşama geçen Kazaklar XVIII. ve XIX yy. başlarından itibaren sağlıklı bir eğitim çalışmalarına başlamışlardır.
İlk kez 1823’te Cihangir Han cami ve okullar açılmasını sağlamış, 1841’de de Kazak Lisesi kurulmuştur. Kazaklar bütün yaşamları boyunca Rusların, Ruslaştırma ve Hıristiyanlaştırma politikalarına şiddetle karşı koymuşlardır. Büyük Türkçü İsmail Gaspiralı’nın bu konuda ve Kazakistan’da ileri anlamda çalışmaları olmuştur. Böylece 1958’de Kazak okullarında Kazak tarihi okutulmaya başlanmıştır. 1988 de alınan bir kararla “Kazakça” resmi dil olarak kabul edilmiştir.
Bugün Kazakistan’da Kazak Devlet Üniversiteleri, Kazakistan Bilimler Akademisi, El Farabi Üniversitesi, Ahmet Yesevi Üniversitesi bulunmaktadır.
Türk Dünyası’nın büyük düşünürü Ahmet Yesevi’nin türbesi buradadır.
KIRGIZİSTAN
Dört büyük Orta Asya Türk halklarının en küçük grubunu Kırgızlar oluşturur. Orta Asya’da yaşayan Kırgızlar, tüm Kırgızların yüzde 90’ını kapsar. Doğu Türkistan’da 80.000, Afganistan’da 25.000 Kırgız’ın yaşadığı tahmin edilmektedir. Kuzey Türkleri ya da Doğu Hun grubuna ait bir dili konuştukları bilinmektedir.
Kırgızistan (diğer resmî adı-Kırgız Cumhuriyeti) Orta Asya’nın büyük iki dağ sistemlerinin Tanrı Dağı (Tiyen-şan) ve Pamir arasında bulunmaktadır. Kırgızistan’ın bu bölgesine Kırgızlar “Ala-Too” (Buz tepeli büyük dağlar) da diyorlar. Ülkenin toprağı 199,9 km ve doğudan batıya 900 km, kuzeyden güneye 425 km’dir.
Kırgızistan’ın yüzölçümü 198.500 km2 dir. Kuzeyde Kazakistan, Güneydoğu ve doğusunda Çin Halk Cumhuriyeti, Batısında Özbekistan ve Güneybatısında da Tacikistan bulunmaktadır.
Kırgızistan coğrafi konum olarak 71°-80° doğu boylamları ile 39*-43* Kuzey enlemleri arasındadır. Kırgızistan’ın yüzey şekilleri genellikle dağlıktır ve ekili alanları azdır.
Kırgızistan’ın Başkenti Bişkek’ (450.000) tir, önemli şehirleri ise Celalabat, Karagöl, Talas, Narin, Çolpan Ata, Karahol, Issık Köl’dur.
KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ
Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıs Türk ve Rum halklarının eşit statü ile kurucu ortak olarak kurmuş oldukları bir Cumhuriyettir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Rum, yardımcısı Türk olmuş, kabinede yer alan bakanların ise 7’si Rum, 3’ü Türk olarak tespit edilmiştir. Temsilciler Meclisi 50 kişiden oluşmuş, bunun teşkilinde de %70 Rum, %30 Türk oranı muhafaza edilmiştir. Kamu görevlilerinin oranı da aynı ölçüler içinde muhafaza edilmiştir. Bu uygulamada önemli olan, Türklerin azınlık olarak kabul edilmemeleri ve “Fonksiyonel olarak Federatif Sistem”in kabul edilmiş olmasıdır.
Her ne kadar milletlerarası alanda bir Cumhuriyet kurulmuş ve iki toplum arasındaki problemler çözülmüş gibi görünmekte ise de; antlaşmaların imzalanmasından hemen sonra; Rum tarafında Kıbrıs İlhak Cephesi=KEM adlı bir gizli örgüt kurulmuş ve bu örgütün, Başpiskopos Makarios tarafından açıklanmış olduğu gibi Enosis emellerinin takipçisi olduğu ilân edilmiştir.
Örgüt elemanları; Kıbrıs’ın ilhakını ve Kıbrıs Türkünü yok etmeyi gaye edinmiş olan EOKA tedhişçileri ile iş birliği yapmaya başlamışlardır. Bunun sonucu olarak adadaki sindirme ve katliam olayları zaman içinde artırılarak Kıbrıs adası bir iç savaşa sürüklenmiştir.
Kıbrıs Rum toplumunun lideri olarak Cumhurbaşkanlığına atanan Başpiskopos Makarios III, 1963 yılında Türklere tanınan ve Anayasa ile teminat altına alınan egemenlik ve siyasî eşitlik hakları ile ilgili 13 maddelik Anayasa değişikliği önerilerini gündeme getirmiştir.
Bu maddeler, Cumhurbaşkanı yardımcısının veto yetkisinin ve Türklerin beş büyük yerleşim bölgesinde belediye kurma hakkının kaldırılması ile ilgili maddeler olarak tespit edilmiştir. Bu hareketin gayesi, Kıbrıs’ta yeniden bir huzursuzluğun başlatılması ve çıkarılan karışıklık sonucu Yunanistan-Kıbrıs bütünleşmesini sağlayacak olan Enosis emellerinin uygulamaya konularak gerçekleştirilmesinin başlatılması idi.
Rum tarafı kendi taleplerinin reddedilmesi üzerine, şiddet yolu ile sindirme hareketlerine başlamış, Enosis hedefini gerçekleştirmek üzere hazırladıkları ve Türkleri imha için hazırlanan Akritas Plânı’nı uygulamaya başlamışlardır.
Bu plân gereğince; 21 Aralık 1963’te Türk toplumuna karşı katliam başlatılmış ve Kıbrıs Türklerinin tarihlerinden, Uluslararası Antlaşmalarından, İnsan Hakları Beyanname ve Sözleşmelerinden doğan bütün hakları ellerinden alınmak istenerek, Kıbrıs’taki Türk varlığı tamamen yok edilmek istenmiştir. Tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen ve hunharca yapılan katliamlarda binlerce günahsız Türk çocukları, kadınlar ve mücahitler katledilmiştir.
21 Aralık 1963 tarihinden sonra Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bütün organları, yasa dışı yollar ile Kıbrıs Rumlarının tekeline girmiştir. Oluşturulmak istenen toplum biçimi ile sadece Kıbrıs Rumlarının devleti haline getirilen, Pan-Helenist yayılmacılığa hizmet eden, ırkçı ve ayrımcı düşünce ve eylemlere yer veren, mevcut Anayasa ve Milletlerarası Antlaşma esaslarından tamamen uzaklaşmış ve meşruluğunu yitirmiş bir Kıbrıs Cumhuriyeti ile karşı karşıya kalınmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti, bu insanlık dışı katliamlar karşısında antlaşmalardan doğan hakkını kullanacağını ve adaya askerî müdahalede bulunacağını İngiltere ve Amerika’ya bildirmiştir. Bunun üzerine 13 Mart 1964 tarihinde toplanan Güvenlik Konseyi, Kıbrıs’a Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün gönderilmesine karar vermiştir.
Güvenlik Konseyi kararından sonra adaya Barış Gücü askerleri yerleşmiş, fakat anlaşmazlık ve katliamlara bir çözüm getirilememiştir. İngiltere, Yunanistan Türkiye ve Amerika’nın katılımı ile Acheson Plânı hazırlanmış fakat hazırlanan plân Yunan ve Rum emellerinin gerçekleştirilmesi doğrultusunda olmuştur.
6 Ağustos 1964 tarihinde Erenköy mevkiinde savunmak maksadı ile bir araya gelen Türk gençlerini, Barış gücünü “tatbikat yapıyoruz” diye kandırarak katletmişlerdir. Dünya tarihine ve basınına Erenköy Katliamı olarak geçen olay, Türk hükûmetinin havadan yaptığı müdahale ile durdurulabilmiştir.
Türk ve Yunan başbakanları arasında yapılan çeşitli uzlaşma görüşmelerinden Yunanlıların Enosis’te ısrarlı olmaları sebebi ile bir sonuç alınamamıştır. Aslında bu barış görüşmeleri, Rumların yeni saldırılara hazırlanmaları için bir oyalama taktiği oluyordu. Nitekim 15 Kasım 1967 tarihinde Geçitkale ve Boğaziçi katliamları yapılmıştır. Türk hükûmetinin müdahale kararı ABD tarafından önlenmiştir.
Kanlı Noel baskını ile başlayıp 11 yıldır devam eden Türk tarihini, kültürünü ve halkını yok etmeyi hedefleyen insanlık dışı katliamlar karşısında dünya basınında belge ve fotoğraflar ile yer verilmesine rağmen, hiçbir dünya ülkesi yardım etmemiş ve destek vermemiştir. Bu da şunu göstermektedir ki bütün dünya ülkeleri, Yunan emellerine hizmet etmekte ve Türk varlığının yok edilmesi pahasına Türk hükûmetinin müdahale hakkını kullanmasını engellemektedirler.
Bu arada Kıbrıs’taki Rum yönetimi arasında siyasî anlaşmazlıklar çıkmış ve Papaz Makarios’a karşı yapılan bir darbe sonucu Makarios adayı terk etmiştir. Cumhurbaşkanlığına getirilen Nikos Sampson “Kıbrıs Elen Cumhuriyetini” ilân etmiş ve Türklerin yeni imha plânını hazırlamışlardır.
Bu durum karşısında Kıbrıs Türk halkı, Rum yönetiminin her türlü sindirme, baskı, işkence ve silâhlı saldırılarına karşı çok zor şartlarda direnmiş, hiç bir zaman azınlık statüsünü kabul etmemiştir.
Türklerin boyutu gittikçe artan ve her türlü insan haklarından yoksun cinayetler karşısında kendilerini korumak, varlıklarını devam ettirebilmek ve atalarından kalan yurtlarını topraklarını korumak ve müdafaa edebilmek için teşkilâtlanmaları zorunlu hale gelmiştir. Önce küçük gruplar şeklinde başlayan örgütleşme hareketleri, zaman içinde Türkler arasında tek bir çatı altında birleşme fikrini oluşturarak, Kasım 1957 senesinde Türk Mukavemet Teşkilâtı (TMT) adı altında tek bir örgüt altında toplanma ve kurma çalışmalarını başlatmıştır.
Bu örgütün kurulmasında o dönemde tanınmış bir avukat olan ve hayatını Kıbrıs Türkünün bağımsızlık mücadelesine adamış olan Rauf Denktaş ile Dr. Burhan Nalbantoğlu görev almışlardır. Kıbrıs Türkünün bağrından çıkan bu teşkilâta zamanın Türk hükûmeti de sahip çıkmıştır. 1 Ağustos 1958 tarihinden itibaren, T.C. Başbakanı Adnan Menderes ve Dış İşleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu tarafından önce küçük fakat sonra, Türkiye’nin desteği ile tek bir örgüt haline getirilen TMT’nin direnişi ve savunması tarihe büyük bir destan yazdırmıştır.
Gayesi:
“Her gün biraz daha güçlenmekte olan EOKA’ya karşı Türklerin savunma sahasındaki boşluklarının giderilmesini sağlamak”,
“Kıbrıs’taki yer altı Türk direniş güçlerini bir çatı altında birleştirmek”
“Türkiye’deki mukavemetçiler arasındaki bağları kurmak ve güçlendirmek”,
“Kıbrıslı Türkler arasında güven duygusunu geliştirmek” olarak tespit edilmiştir.
Kıbrıs Türk halkı; Türkiye’den gördükleri maddî manevî desteğin yanında EOKA’ya karşı canını koruma pahasına, kurmuş olduğu Mukavemet teşkilâtı ile direnmiş, pek çok şehit vermiş, atalarının oturduğu köyleri ve yerleşim birimlerini terk etmiş olmasına rağmen; eşit egemenlik, eşit ortaklık haklarından taviz vermemiş, varoluş, kurtuluş ve Türkiye’nin ada üzerindeki haklarını koruma mücadelesini büyük özveriler ile 20 Temmuz 1974 tarihine kadar sürdürmüştür.
Türkiye Cumhuriyeti, bir toplumun toplumsal hak ve hürriyetine sahip olmadan, ferdî hak ve özgürlüklerinin söz konusu olamayacağını bütün dünya ülkelerine bir defa daha tarih önünde göstermek, Türkiye’nin tarihi ve milletlerarası antlaşmalarından doğan yasal garantörlük hakkını kullanmak sureti ile kahraman Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin Kıbrıslı Türk mücahitleri ile birlikte sonuçlandırdığı ve Kıbrıs Türklerine huzur, barış, güvenlik ve özgürlük ortamı içinde yaşama imkânı sağlayan Barış Harekatı’nı 20 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleştirmiştir. Bu harekat sonucunda Kıbrıslı Türklerin can ve mal güvenliğini sağlamak ve Kıbrıs adası üzerindeki antlaşmalardan doğan yasal haklarını kullanarak, Türk ordusu Kıbrıs adasına yerleşmiştir.
Barış Harekatı ile Kıbrıs’ta yeni bir coğrafya ve yeni bir siyasî zemin oluşturulmuştur. 20 Temmuz 1974 Türk Barış Harekâtı ile oluşturulan yeni zemin üzerinde; adanın kuzey kısmında, 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, adanın güney kısmında da Güney Kıbrıs Rum Devleti kurulmuştur. İngiltere ise, bir politik manevra ile Kıbrıs adasına yerleşmiş, adanın idaresindeki basiretsizliği ile adada yaşayan iki toplumu birbirine düşürmüş buna rağmen, adadaki askerî üstlerini koruyarak Kıbrıs adasında kalmayı başarmıştır. Onun için önemli olan; her zaman için Akdeniz’de bir güç olarak kalmayı sağlamaktır ve sonunda onu da başarmıştır.
20 Temmuz 1974 tarihinden sonra Türk yönetimi yeni sınırlar içinde düzenini kurmaya başlamış ve 13 Şubat 1975 tarihinde “Kıbrıs Federe Devleti’ni kurmuştur. Uluslararası hukuka göre, devlet olma vasfına haiz olan bir durumda bulunulmasına rağmen milletlerarası alanda tanınma talebinde bulunmamıştır. Çünkü, her türlü haksızlığa rağmen “Federal Kıbrıs Cumhuriyeti”nin kurulmasına zemin hazırlamak gibi bir iyi niyet gösterme çabasında idi. Oysa Rumlar her türlü görüşmelerinde Türkleri azınlık statüsünde görmek istediklerini beyan ederek, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndan 13 Mayıs 1983 tarihinde tek taraflı olarak kendi lehlerinde karar çıkartmışlardır.
Bulunduğu hukukî konum sebebi ile self-determinasyon hakkını kullanma yetkisine sahip olan Kıbrıs Federe Devleti bağımsızlığını 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni kurarak ilân etmiştir.
Stratejik açıdan büyük önemi olan Kıbrıs adasının son yıllarda jeo-politik ve jeo-ekonomik öneminin giderek daha belirgin bir hal aldığı gözlenmektedir. Atatürk, 1938 yılında Akdeniz’de yapılan askerî manevraların birinde genç subaylara: Türkiye’nin yeniden işgal edilmesi halinde ikmal yollarından birinin ne olduğu konusunda, Kıbrıs’ı göstererek “Kıbrıs’a dikkat ediniz, eğer Kıbrıs düşman ellerinde ise bütün ikmal yollarımız tıkanmış demektir” diyerek Kıbrıs’ın önemini ortaya koymuştur.
Süveyş Kanalı’nın açılmasından sonra Kıbrıs adasının önemi oldukça artmıştır. Doğu Akdeniz’de ticaret ve Balkanlar-Kafkasya-Orta Doğu petrol ulaşım yollarını kontrol altında tutmak ve Orta Doğu ülkelerinin siyasî, ekonomik ve askerî açılardan etkin bir şekilde kontrolünü sağlayabilmek için stratejik önemi çok fazla olan bir operasyon yeri olarak kabul edilmektedir.
Kıbrıs adası, Doğu Akdeniz’deki jeo-politik ve jeo-ekonomik konumu itibarıyla; özellikle son yıllarda uluslararası alanda ve bölgede meydana gelen hızlı siyasî ve ekonomik gelişmeler sonucu, başta İskenderun Körfezi olmak üzere giderek artan güney sahil ve limanlarımızın önemi nedeni ile Türkiye açısından da stratejik değerini gittikçe artırmaktadır.
Düşman elinde bulunmayan bir Kıbrıs, Türkiye’nin güneyden kuşatılmasının önlenmesinin yanında, Türkiye ile Yunanistan arasında Lozan, Londra ve Zürich Antlaşmaları ile Ege ve Akdeniz’de kurulan siyasî dengenin korunması açısından, Azerbaycan, Hazar, Kazakistan, Türkmenistan, Irak ve İran petrollerinin ve doğalgazın İskenderun Körfezi çıkışını kapatarak bir tehdit yaratmaması açısından, Güneydoğu Anadolu Projesi’nin (GAP) Akdeniz’e açılım merkezi olması ve Yunanistan’ın Megalo İdea’sına geçit vermemesi açısından da önem arz etmektedir.
Ayrıca, adada yaşayan 200 bini aşkın Türk nüfus ile tarihî ve kültürel bağların bulunması, bir Akdeniz ve Orta Doğu ülkesi olan Türkiye’nin bu bölgede ekonomik ve siyasî varlığını devam ettirebilmesi için önemlidir. Ege Denizi mevcut adaları ile birlikte bir Yunan gölü haline getirilmiştir. Türkiye’nin ise uluslararası sulara çıkış yolu ancak Kıbrıs üzerinden olabilecektir.
Son on yıl içerisinde Türkiye’nin güneyi, Orta Asya petrollerinin ve enerji hatlarının denize ulaştığı bölge olması sebebi ile ekonomik ve ticarî yönden korunması ve güvenlik altına alınması gereğini ortaya çıkarmıştır. Güneydoğu Anadolu (GAP) Projesi’nin tamamlanması sonucu o bölgenin dünyaya açılma yolu Mersin-İskenderun bölgesidir. Bu limanların Kıbrıs’a uzaklığı 40 mil kadardır. Önemli bir pazar olan Asya ülkelerinin dünyaya açılmasında Türkiye’nin güney sahilleri önemli bir çıkış kapısı olmakta ve bu kapı üzerinde Kıbrıs adası bulunmaktadır.
Batıdan Yunan adaları ile çevrilmiş bulunan Türkiye güneyden de çevrilirse savunma ve güvenlik açısından Türkiye’nin durumu sıkıntıya düşebilir. Türkiye bugün dünyanın ekonomik, siyasî ve sosyal yönlerden en problemli bölgesi olan Orta Doğu-Kafkasya ve Balkanlar arasında bulunmaktadır. Kıbrıs, Türkiye’nin uluslararası güvenliği siyasî ve millî çıkarları açısından önemlidir. Bu sebepler ile oradaki Türk varlığının devamını sağlamak Türkiye için hayati öneme sahiptir.
ÖZBEKİSTAN
Türk dünyasının en büyük nüfuslu ülkelerinden biri olan Özbekistan, Orta Asya cumhuriyetleri içinde çok geç bağımsızlığını kazandığı halde ciddi bir ekonomik gelişme gösteren büyük bir ülkedir. Yaklaşık 30 milyonluk nüfusuyla Turan illeri içindeki en büyük ülkelerden biridir.
Özbekistan, resmi adıyla Özbekistan Cumhuriyeti (Özbekçe: O‘zbekiston Respublikasi), Orta Asya’da, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nden bağımsızlığını kazanmış Türk lehçelerinden Özbekçe konuşan bir devlet. Özbekistan, (Azerbaycan, Kazakistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kırgızistan, Türkiye, ve Türkmenistan ile birlikte) günümüzdeki yedi bağımsız Türk devletlerinden biri olup TÜRKSOY’un üyesidir.
Denize kıyısı olmayan ülkenin komşuları kuzeyde ve batıda Kazakistan, doğuda Kırgızistan ve Tacikistan ile güneyde Afganistan ve Türkmenistan’dır.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
Türkiye Cumhuriyeti, başkenti Ankara olup, Avrupa ile Asya kıtalarının her ikisinde de toprağı bulunan bir ülkedir. Ülke topraklarının bir bölümü Anadolu Yarımadası’nda, bir bölümü ise Balkan Yarımadası’nın uzantısı olan Trakya’da bulunur.
Ülkenin üç yanı Akdeniz, Karadeniz ve bu iki denizi birbirine bağlayan Marmara Denizi ve Ege Denizi ile çevrilidir. Komşuları; Yunanistan, Bulgaristan, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan (Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti), İran, Irak ve Suriye’dir. Türkiye, günümüzde bağımsız yedi Türk devletinden biridir. Devletin resmi bir dini yoktur. Ülkenin resmi dili Türkçe’dir. Ülkedeki en yaygın din ise İslâm’dır.
Oğuzlar, bugün Türkiye (Halk Latincesi’nde “Türklerin Yurdu” anlamına gelen Turchia sözcüğünden türemiştir) olarak bilinen alana 11. yüzyılda göç etmeye başlamıştır. Göç, Selçukluların Bizanslılar karşısında elde ettikleri Malazgirt Zaferi’yle hızlanmıştır. Birçok küçük beylik ve Anadolu Selçuklu Devleti, Anadolu’yu Moğol İstilasına kadar yönetmiş ve 13. yüzyılda Osmanlı Beyliği Anadolu’yu birleştirerek Doğu Avrupa, Yakın Doğu ve Kuzey Afrika’yı yöneten bir devlet hâline gelmiştir.
Türkiye, resmi adıyla Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey Yarımkürede, Avrupa ve Asya kıtaları arasında, kuşbakışı görünümü kabaca doğu-batı doğrultusunda bir dikdörtgeni andıran Anadolu platosu ve Trakya yarımadası üzerinde kurulmuştur. Akdeniz, Karadeniz, bu iki denizi Boğazlar vasıtasıyla birbirine bağlayan Marmara Denizi ve Ege Denizi ile çevrilidir. Eski çağın başlıca uygarlık alanları olan Akdeniz dünyası, Balkanlar, Ortadoğu ve Uzakdoğu göç ve ticaret yollarının kesişim noktasında bulunan Türkiye coğrafyası pek çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır.
Türkiye, rejimi demokrasi olan bir cumhuriyettir. Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı sonunda 20. yüzyıl başında yıkılmasından sonra, 1923 yılında Türk Kurtuluş Savaşı ile, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurulmuştur. Türkiye, Müslüman çoğunluğa sahip ülkeler arasında en gelişmiş ve modern ülke haline gelmiştir.
Türkiye’nin nüfusu 2019 yılı itibarıyla 83 milyonu geçmiştir. Türkiye’nin en büyük nüfusuna sahip kentleri sırayla İstanbul, Ankara, İzmir, Konya, Bursa, Adana, Kocaeli, Mersin, Antalya’dır. Son nüfus sayımına göre Türkiye’de 81 il, 922 ilçe ve 18.000 civarında köy bulunmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik sosyal bir hukuk devletidir. Birleşmiş Milletler, NATO, Avrupa Konseyi ve İslam Konferansı Örgütü Türkiye’nin üye olduğu uluslararası örgütlerdendir. 3 Ekim 2005 tarihinden itibaren Avrupa Birliği’ne tam üyelik için müzakerelere başlanmıştır.
I. Dünya Savaşı’ndaki yenilgisinin ardından çöken Osmanlı Devleti’nin birçok bölgesi İtilaf Devletleri’nce işgal edilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki genç bir subay kadrosunun örgütlediği başarılı direnişin ardından 1923 yılında nihayet ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk olan Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.
Türkiye, kadim ekinsel mirasıyla demokratik, lâik, merkeziyetçi ve anayasal bir cumhuriyettir. Türkiye, Avrupa Konseyi’ne, NATO’ya, OECD’ye, AGİT’e ve G-20’ye üye olarak Batı Dünyasıyla bütünleşmiştir. 1963 yılından beri Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun imtiyazlı ortağı ve 1995 yılından beri Gümrük Birliği’nin üyesi olan Türkiye, 2005 yılında Avrupa Birliği ile tam üyelik görüşmelerine başlamıştır.
Türkiye aynı zamanda Türk Konseyi, Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Ekonomik İşbirliği Örgütü gibi örgütlere üye olarak Orta Doğu ile, Orta Asya’daki Türk devletleri ile ve Afrika ülkeleri ile yakın ekinsel, politik, ekonomik ve endüstriyel ilişkiler geliştirmiştir.
Avrupa ve Asya kıtaları arasındaki geçiş yolları üzerindeki konumu Türkiye’ye anlamlı bir güç ve önem kazandırmaktadır. Türkiye, siyaset bilimciler ve ekonomistlere göre stratejik konumu, büyük ekonomisi ve askeri kabiliyetiyle bölgesel bir güçtür.
Bilim adamları ve araştırmacılar Türkiye kelimesinin İtalyancadan geldiğini kabul ederler. Prof. Dr. İlber Ortaylı bir makalesinde Cenevizli ve Venedikli tüccar ve diplomatların, 12. yüzyılda, Türkiye’yi Turchia ve Turmenia olarak tanımladıklarını belirtir. Ayrıca, Türkiye adı ilk defa 1190’da bir yazılı kaynakta, haçlı seferi vekayinamesinde geçmektedir.
Prof. Dr. Abdulhaluk Çay ise Turchia tanımını çok daha gerilere götürür ve Turchia tabirine ilk defa 6. yüzyılda Bizans kaynaklarında rastlandığını belirtir ve şöyle der: “Bu tabir 9. ve 10. yüzyıllarda İdil/Volga nehrinden Orta Avrupa’ya kadar uzanan saha için kullanılmıştır.” Bu kulanımın Kafkasya bölgesinde Hazar Kağanlığı için Doğu Türkiyesi, Arpad hanedanının kurduğu Macar Devleti için Batı Türkiyesi şeklinde olduğunu ve aynı tabirin 12. yüzyıldan itibaren Anadolu için kullanıldığını belirtir. Tarihte 13-14. yy.da Mısır Memlükleri de Türkiye adını kullanmışlardı: ed-devletüt Türkiya (1250-1387). Batılar, Turchia halkına hiçbir zaman Türkiyeli demeyip, Türk (Turc) demişlerdir.
Osmanlı devletinde, 19. yüzyıla kadar Türkiye adı kullanılmadı, devleti Osmaniye, Memaliki Şahane, Diyarı Rum adları kullanıldı. Daha sonra, Genç Osmanlılar arasında Osmaniye yerine Türkistan, Türkeli, Türkili gibi adlar önerildiyse de, Orta Asya’da Türkistan adlı bir devlet olduğundan bu benimsenmedi. Anayasada (1921) Türkiye adı yazıldı ve 1923’de Türkiye adı resmi olarak kabul edildi.
TÜRKMENİSTAN
Bugün tam bağımsız yedi Türk cumhuriyetinden biri olan Türkmenistan Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra 1990 yılında egemenliğine kavuşmuş; 1991 yılında bağımsızlığını ilan etmiştir. Yeşil zemin üzerinde ay, beş yıldız ve beş Türkmen halı motifi bulunan Türkmenistan bayrağı, bugün Türkmenistan’ın yönetildiği anayasayla birlikte 1992 yılında kabul edilmiştir. Başkenti Aşgabat olan ülke, cumhuriyetle yönetilmektedir.
İç Asya’da, Türkistan olarak adlandırılan geniş coğrafyanın batısında yer alan; batısında Hazar Denizi, doğusunda Özbekistan, kuzeyinde Kazakistan ve güneyinde İran ile Afganistan bulunan Türkmenistan’in yüzölçümü 448.100 km2’dir. 1996 yılı sayımına göre nüfusu 4.566.800’dür. Türkmenistan nüfusunun günümüzde 6.000.000.-+u geçtiği düşünülmektedir.
Türkmenistan nüfusunun %77’sini Türkmenler, %9,2’sini Özbekler, %6,7’sini Ruslar, %2’sini Kazaklar ve geri kalan kısmını çeşitli Türk boyları oluşturmaktadır. Halkın %90’ı Müslüman, %10’u ise Ortodoks Hristiyan’dır. Resmi para birimi, 1993 yılında tedavüle giren Manat’tır.
Türkmenistan’da Ahal, Balkan, Daşoğuz, Levap ve Marı olmak üzere beş vilâyet bulunmaktadır. Vilâyetler, halkın yaşam alanlarına göre meydana gelen beş büyük topluluğu temsilen oluşturulmuştur. Başkent, Ahal vilâyetindeki Aşgabat şehridir. Diğer önemli şehirleri Marı (Merv), Türkmenbaşı, Daşoğuz (Daşhovuz), Türkmenabat, Atamırat (Kerki) ve Köneürgenç’tir.
Türkmenistan topraklarının 4/3’ü Karakum Çölü’yle kaplıdır. Bunun için yaşamaya elverişli kısım ülke topraklarının küçük bir kısmını oluşturmaktadır. Toprakların %3’ü tarıma elverişli olmasına rağmen, halkın %47’si tarımla geçimini sürdürmektedir. Bitki örtüsü yok denecek kadar azdır. Yalnızca İran ve Afganistan sınırında uzanan yüksek platolarda ağaçlık alanlar bulunmaktadır. Ülke kaynaklarının sıkıntılarına rağmen son zamanlarda yapılan liberal ekonomi çalışmalarıyla ülke ciddi anlamda kalkınma ve gelişme sürecine girmiştir.
Resmi dil Türkmen Türkçesidir ve ülkede okuma yazma oranı %98’dir. Sekiz tane yükseköğretim kurumu ve binlerce akademik unvana sahip bilim adamı bulunmaktadır. Sosyal bilimlerin yanı sıra, teknik bilimlerde de önemli çalışmalar yürütülmektedir.