Ermeni Tarihçiler Tarafından Yazılan Kitaplarda Yapılan Tahrifatlar
Prof.Dr. Birsen KARACA, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi
ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 22, Yaz 2006
1991 ÖNCESİ VE SONRASI DÖNEMLERDE ERMENİ TARİHÇİLER TARAFINDAN YAZILAN KİTAPLARDA YAPILAN TAHRİFATLAR[1]
Özet: Bu makalede 1991 yılı, Ermeni tarihi ve Ermenilerin tarihini konu alan belgeler açısından önemli kırılma noktalarından birisi olarak kabul edilmektedir. Çünkü, Ermeni siyaset adamları ve aydınlar SSCB’nin dağılmasından sonra bağımsız bir ülke ve devlet olma şansını elde eden Ermenistan için yep yeni bir tarihe gereksinim duymuşlardır. Bu gereksinim Sovyet döneminde yazılmış olan tarih kitaplarındaki bilgilerin unutturulmasını, belgelerin yok edilmesini içermektedir.
1918-1920 yıllarında bugünkü Ermenistan sınırları içerisinde bağımsız bir Ermeni devleti varlık gösterdi. Anılan dönemde iktidarda, Taşnak Partisi vardı. Sovyetler Birliği döneminde yazılan tarih ve ders kitaplarına ise Taşnak Partisinin bu dönemdeki başarısızlıkları kaydedilmişti. Bu başarısızlıkların sonucunda Ermenilerin bağımsızlıklarını Sovyet Rusya’ya teslim etmişlerdi.
Ermeniler için, 1991 yılından sonra yeni bir tarih yazılırken işlenen “Sözde Ermeni Soykırım”ı motifi de özellikle dikkat çekmektedir. Bu motif Ermenilerde ulus bilincini uyandırmak ve bu bilinci canlı tutmak, ayrıca dünya kamuoyundan sempati toplamak amacıyla kullanılmaktadır. Bu konuda da Ermeni siyaset adamları ve aydınlar tarafından yaratılan çelişkileri yine Ermeni tarihçileri kayıtlara geçirilmektedir. Örneğin: 1991 yılından önceki dönemlerde Ermenistan’da “Kahramanlık Anıtı” olarak dikilen bazı anıtlar bugün dünya kamuoyuna “Soykırım Anıtı” imiş gibi tanıtılıyor.
Anahtar Kelimeler: Ermeni tarihçiler, 1991, kitaplar, anıtlar, Sözde Ermeni Soykırımı
Abstract: In this article, the year 1991 is perceived as one of the breaking points regarding the Armenian history and its documentation. Because, Armenian intellectuals and politicians necessitated a new history for which had recently gained the opportunity to become an independent state after the disintegration of the Soviet Union. This necessity demanded destruction of the documents and dememorization of the information written in the history books of the Soviet era. Between 1918-1920 an independent stae existed within the boundaries of contemporary . It was governed by the Tashnak Party. In the history books written in Soviet era, failures of Tashnak government was recorded as well. The remedy of this failure was the Armenian deliverance of their independence to the Soviet Union. In the porcess of rewriting history in after 1991, the theme of the so-called Armenian genocide is conspicuous as well. This theme was used for creating a national consciousness, to preserve this consciousness and to gain the sympathy of the world public opinion. In this matter, Armenian historians recorded the dilemmas of Armenian intellectuals and politicians. For example, some monuments erected in before 1991 as monuments of heroism were displayed as monuments of genocide.
Key Words: Armenian historians, 1991, books, monuments, so-called Armenian genocide
1991 yılından sonra, Sovyetler Birliği’nin dağılmasını takip eden süreçte Birliği oluşturan diğer bazı halklar gibi, Ermeniler de bağımsız bir devlet olma şansını elde ettiler. Bu olayın sonucunda, Türkiye’nin dış ilişkilerini yakından ilgilendiren yeni oluşumlar ortaya çıktı. Kuzeydoğu sınırımızda aralarında Ermenistan’ın da bulunduğu yeni devletler belirmişti. Türkiye’nin Ermenistan’la komşuluk ilişkileri sorunlu başladı. Bunun en önemli nedenlerinden birisi, Ermenilerin kendi kamuoylarında ve dünya kamuoyunda Türkiye’nin “Sözde Ermeni Soykırımı”nı kabul etmesi için onlarca yıldır sürdürdükleri ısrarlı çalışmalardı. Bu çalışmalar içerisinde yalnızca yazılı ve görsel metinler yoktu, ASALA gibi örgütlerin gerçekleştirdiği terörist eylemler de vardı.[2] Bu eylemlere katılan ASALA üyelerinin bugünkü Ermenistan hükümeti tarafından milli kahraman olarak ilân edilmeleri[3] ve anıtlarının dikilmesi ise, terör de dahil olmak üzere Türkiye’ye karşı yapılan tüm hareketlerin devlet düzeyinde benimsendiğini gösteren önemli bir veridir. Bunun en son örneği Talat Paşa’nın katili Tehleryan için 2006 yılında Erivan’da dikilen anıttır.[4]
“Soykırım” iddiası Türkiye’ye karşı yürütülen psikolojik savaşın temel malzemelerindendir ve çok yönlü kullanıma açık bir konudur. Türkiye’nin Ermeni iddialarını kabul etmesinin Ermeniler için maddi getirisi Türkiye’den talep edilecek toprak ve tazminat olacaktır. Bu talepler, Türkiye’ye karşı yürütülen faaliyetlere yalnızca projeyi sahiplenenlerin değil, Ermeni etnik kökenli her bir bireyin desteğini ve katılımını sağlamak için önemli bir ödüldür. Böyle bir başarının manevi getirisi ise Ermenilerin kimlik sorununu çözmeyi garanti etmektedir. Bu bağlamda, “soykırım” iddiaları Ermeni halkını birarada tutacak bir düşman imgesi yaratmak için uygun malzemelerin sunulmasına da yardım etmektedir. Devamında ise, bir zamanlar dünyanın süper gücü olan Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmış bir “muzaffer” efsanesinin Ermeni tarihine kaydedilmesi vardır. Günümüzde yazılan tarih kitaplarında ve ansiklopedilerde bile bu motifin işlendiğini belgeleyecek veriler mevcuttur. Buna çocuklar için hazırlanmış Ermenice “Voskeporik” adlı ansiklopediden somut bir örnek verelim. Bu başvuru kaynağında Osmanlı Devleti’nin vatandaşı iken Bulgar ordusunda ve Rus ordusunda Osmanlı Devleti’ne karşı yapılan savaşlara katılmış, Doğu Anadolu Bölgesi’nde Ermeni isyanlarını kışkırtmış ve isyanlara elebaşılık etmiş Andranik şöyle anlatılıyor:
“Andranik’e ‘yaşantınızın en mutlu günü hangisidir?’ diye sormuşlar. O da cevap olarak Batı Ermenistan’ın Gomer köyü yakınlarında sayıca çok üstün Türk saldırganlara karşı Ermeni erkek ve kadınlarından oluşturulan küçük bir grupla kendi yönetiminde yapılan çarpışmayı hatırlamış.”[5]
Türkiye’nin maddi ve manevi kayıplarının neler olabileceği sorusuna gelince, bunu öngörmek için, sözde “Ermeni Soykırımı” projesini sahiplenenlerin hayal ettikleri sonuçları temel almak yeterlidir.
Araştırma sonuçları, toplumsal belleği korumanın temel koşullarından birisinin hatırlamak edimini güçlendirmek olduğunu ortaya koymaktadır. Hatırlamak için başvurulan en güvenilir araçlar ise tarih ve sanat metinleri, haritalar, anıtlar, gelenekler, ritüeller gibi kültürel birikimlerden oluşur. Bu bağlamda, kullanacağımız yöntemi incelediğimiz metnin ait olduğu sanat ve yazın türünün taleplerine uygun olarak belirleyeceğiz: Bu metinler Ermeni tarihinde anılan kişilerle ve olaylarla ilgili bilgiler ve bu bilgiler üzerinde tahrifatlar yapılıp yapılmadığını gösteren belgeler olacak. Belgeler ise kronolojik bir sıralamayla değil içeriklerine uygun olarak karşılaştırma yöntemiyle sunulacaktır.
İnceleme konumuz, devlet olma deneyimi on dört yılla sınırlı bir halkın tarihidir. Bunun açılımı şudur: İnsanlık yazının icadıyla “yazılı tarihe” geçiş yaptı. Çağdaş tarih, gerçekliği teknolojinin sunduğu olanaklarla onaylanan ve karşılaştırma yöntemleriyle doğrulanan belgelere dayanılarak yazılmaktadır. Buna karşın devlet geleneği oluşturamayan halklar hâlâ sözlü ve bireylerin yaşam öykülerine odaklı tarihi içselleştirerek sonraki kuşaklara aktarma geleneğini sürdürmektedirler. Bu açıdan Ermeni tarihi ilginç örneklerden biridir. Çünkü, Ermeni tarihçiliğinde sözlü tarih geleneğinin yalnızca devamlılığı için değil belirleyici olması için de direnç gösterilmektedir. Çağdaş tarihçiler sözlü tarihi yadsımazlar, ancak bireylerin tanıklıkları ve anılarıyla kaleme alınan tarihi yazılı tarihe alternatif olarak da görmezler. Sözlü tarih geleneğinin sürdürüldüğü toplumlarda mitler ve efsaneler dikkat çekici bir yoğunlukla üretilir. Bu noktada tarihi yorumlayan kişinin dünya görüşü, eğitim düzeyi, psikolojik yapısı, ulaşmak istediği hedefler gibi etmenler önem kazanır. Çünkü, yorumcunun adres olarak seçtiği geniş halk kesiminin toplumsal belleği, önemli ölçüde söz konusu mitler ve efsanelerde yaratılan imgelerle, aktarılan bilgilerle kurulur. Bu durum tarihe özel bir keyfiyet kazandırmaktadır. Bunu Ermeni entelektüellerin “özgürlük” anlayışındaki paradoksal nitelikleri sergileyen somut bir veriyle örnekleyelim. Ermenice öğrenenlere yönelik olarak A.S.Garibyan ve C.A Garibyan tarafından hazırlanan ders kitabında Ermeni yazar Haçatur Abovyan (1809-1848)’a ait bir metin yer alıyor:
“Kuşatmanın beşinci gününden sonra, artık kurtulma umutlarının olmadığına inanan Persler içlerinden birkaç kişiyi seçtiler. Bunlar son anda dışarıya çıkarak kalenin anahtarını teslim ettiler. Erivan böyle bir manzarayı hiç görmemişti. Ermenilerin canı sağ oldukça ve dilleri yaşadıkça Rus ordularının Ermenilerin kurtuluşunu kutlamak için kaleye girdiği o kutsal an unutulmayacaktır. İhtiyar erkekler, çocuklar, genç kızlar, yaşlı kadınlar kurtarıcılarını karşıladılar, kutsadılar, askerlerin boynuna atıldılar. Rus komutanlar ve askerler coşku doluydular. Yaşamları Ermeniceyle kutsanmıştı.”[6]
Bu metinde Abovyan, bir kurtuluş efsanesi anlatmaktan çok, yeni efendiye sadakat yemini etmektedir. Buna karşın, Ermeni bilim dünyasında saygın bir üne sahip olan dilbilim uzmanı Garibyanların bu metni ders konusu olarak kitaplarına yerleştirmeleri, Abovyan’ın “özgürlük” anlayışının çağdaş Ermeni entelektüeller arasında eleştirilmeden benimsendiğini belgeleyen tipik bir örnektir.
Ermeni halkının bağımsızlığı genel itibariyle egemenliğinde oldukları devletlerin ve komşu devletlerin zayıf anlarına rastlayan siyasi boşluklardan doğan tesadüfler sonucunda kazanılmıştır. Bu düşünceyi çok yakın geçmişten örneklerde görebiliriz. 1918 yılında Osmanlı ve Rus İmparatorluklarının yıkılmasının ardından kurulan ilk bağımsız Ermeni Cumhuriyeti ile 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılması ile kurulan Ermenistan Cumhuriyeti bu tezi destekler niteliktedir. Bunlara ilave olarak, biliyoruz ki, Anadolu topraklarında Osmanlı İmparatorluğu’nun egemen olduğu altı yüzyıllık zaman diliminde herhangi bir Ermeni devleti kurulmadı. Osmanlı Devletine katıldıkları dönemde de Ermenilerin bir devleti yoktu.[7] Osmanlı Devletinin kurulduğu coğrafyada (Söğüt dolaylarında) Ermenilerin devlet kabul edilebilecek siyasi bir varlıkları yoktu. Biraz daha geriye gidersek, Selçuklu Türklerinin de Ermenileri devlet kimliğiyle bulmadıklarını söyleyebiliriz.[8] Uzak geçmişte, yani Pers ve Roma İmparatorlukları döneminde de bir Ermeni devletinin varlığı kaydedilmemiştir.[9] Bu nedenledir ki, Ermeni tarih kitaplarında Ermeni devletleri değil, Ermeni isyanları anlatılır. Ermeni tarihinin metinlere yansımasında ise efsaneler ve mitler ön plandadır. Böylece Ermeni tarihinin çok daha geniş kesimlere anlatılması kolaylaşmaktadır. Bu konuda oldukça başarılı bir çalışma yürütüldüğünden de kuşku yoktur; çünkü sözünü ettiğimiz Ermeni yazarlara ait metinler kendi içlerinde ciddi çelişkiler taşımasına rağmen, bu bilgilerin uzmanlar tarafından bile eleştiri süzgecinden geçirilmemesi mitlerin ve efsanelerin bireylerin ve toplumların belleği üzerindeki gücünü göstermektedir. Örneğin, bir eserde Ermeni halkı sürekli soykırıma uğrayan zavallı kurban, diğerinde ise dünyanın süper güçlerini dize getiren bir muzaffer olarak nitelendirilmektedir. Ama ne dünya, ne de Ermeni kamuoyu bu paradoksu görmez. Bunu doğrulamak için, Ermenistan’ın değişik bölgelerine dikilen anıtların oluşturduğu tablodaki sembolleri incelemek yeterli olacaktır. Bizim açımızdan bu tezi doğrulayan iki anıt dikkat çekicidir. Eçmiadzin bölgesinde 1915 yılını anlatan ve adı “Musa Dağlıların Kahramanlık Anıtı”[10] olan bir anıt vardır.1991 öncesinde yayınlanan kitaplarda verilen bilgilere göre, bu eser Osmanlı ordusunu bozguna uğratan “muzaffer” imgesinin sembolleştirmektedir. Oysa, aynı anıtın Lübnan’da ve Suriye’de bulunan versiyonu kurban edilmiş bir halkı sembolize etmektedir.[11]
“Soykırım” Ermeni tarihinde kullanılan ana motiflerden birisidir. Bu motif işlenirken Ermenilerin değişik halklar tarafından periodik olarak soykırıma uğradıkları bilgisi verilir. Bu bilgilerde Pesler ve Bizanslıların da Ermenilere soykırım yaptıkları dile getirilir. Ermeni yazar Stepan Zoryan (1889-1967) Ermeni tarihinin Persler ve Bizanslılarla ilişkili olan bölümünü şöyle anlatıyor:
“VII. yüzyılda Ermenistan ikiye ayrılmıştı. Bir bölümü Perslerin egemenliği altında bulunuyordu, diğeri Bizans imparatorunun. Persler gibi, Bizanslılar da Ermenistan’ı, öncelikle de bu ülkenin askeri gücünü zayıflatmak ve yok etmek için her çareye başvuruyorlardı. Bu amaçla Yunanlıların imparatoru Morik Ermeni erkeklerini topladı ve onları başlarında bulunan Ermeni prenslerle birlikte Yunanlıların düşmanlarına karşı savaşmaları için gönderdi. Bu yöntemi yalnızca kendisi uygulamadı, Perslerin şahına da aynı şeyi yapmasını, Perslerin düşmanlarına karşı savaşmak üzere Ermenileri göndermesini, bu şekilde Ermenileri zayıflatmasını ve yok etmesini tavsiye etti.”[12]
Ancak, bir başka Ermeni tarihçi, Zakar Kanakertsi yukarda Ermenilere soykırım yaptığı söylenen Bizans İmparatoru Maurikios’un (582-602) Ermeni olduğu bilgisini vermektedir.[13] Bu ilginç savı destekleyen başka kaynaklar da vardır.[14] Burada ortaya çıkan paradoksa Ermeni tarihinin yapılmadan yazılmış olması neden oluyor. Bu noktada dikkatimizi bir başka Ermeni tarihçinin, Nersisyan’ın tespitleri üzeride yoğunlaştıracağız. Anılan tarihçi “Ermeni Halkının Tarihi” adlı kitapta aynı dönemi çok farklı gerçekleriyle anlatıyor:
“VII.-IX. yüzyıllarda Bizans imparatorunun egemenliği altında bulunan Batı Ermenistan’ın durumu da ağırdı. VII.yüzyılın sonunda Batı Ermenistan’daki bağımsız köy toplumu nerdeyse yok olmuştu, köylüler feodallere bağımlı hale gelmişlerdi.”[15]
Nersisyan aynı zaman diliminde Ermeni halkının Müslümanlarla olan ilişkisini de şöyle betimliyor:
“640 yılının sonbaharında Halifelik orduları ilk kez Ermenistan’a saldırdı. Ciddi bir direnişle karşılaşmadan Ağrı ovasındaki çok sayıda bölgeyi yakıp yıktılar, kısa süreli kuşatma sonunda Dvin şehrini ele geçirdiler ve büyük ganimetler ve binlerce köleyle geri döndüler…Ermeni milliyetçi nahararlar (yöneticiler) ülkeyi yıkımdan kurtarmak için Bizans ve Halifelik arasındaki rekabetten yararlanmaya çalışarak görüşmeler yaptılar.”[16]
Görüldüğü gibi, Stepan Zoryan’ın çizdiği savaşçı Ermeni imgesi, Nersisyan’ın kitabında savaştan kaçınan diplomat Ermeni imgesiyle yer değiştirmiştir. Bu konuda her iki yazarın da amaçlarına uygun geçerli nedenleri vardır. Zoryan soykırım motifini işlemektedir; dolayısıyla Ermeni halkına karşı soykırım yapıldığı görüşünü kendince meşrulaştırarak Ermeni halkının belleğine kaydedilen “soykırım”a uğrama korkusunu devamlı hale getirmekte, böylelikle de unutulmasını engellemeye çalışmaktadır. Çünkü bu motif, Ermeni toplumundaki bağlayıcı unsurdur. Nersisyan ise Ermenilerin başarısının savaşta değil diplomasi alanında olduğunu vurgulayarak başarısızlığın toplum belleğinde neden olabileceğini düşündüğü olumsuz etkiye kendince direnç göstermektedir. Çünkü, toplumun kendi tarihiyle övünebileceği öğelerin oluşturulması ve unutturulmaması da toplumsal belleğin devamlılığı açısından önemlidir.
Yukardaki alıntılarda dikkati çeken bir diğer unsur, Ermeni halkına yönelik olarak hazırlanan metinlerde Ermeni olmayan güçler tarafından yok edileceği korkusunun sürekli tekrarlanmasıdır. Buna paralel olarak sık işlenen bir diğer motif de isyandır. Korku motifi isyan etmeleri için Ermeni halkına yapılan çağrılarda birlikte hareket etmelerini sağlayan bağlayıcı bir güç olarak görülmektedir. Ancak bu noktada Ermeni siyasetçileri ve tarihçilerinin çözmek zorunda oldukları ciddi bir problem vardır; zira Ermeni tarihi üzerine yapılan araştırmalar, bu isyanların başarıdan çok başarısızlıklarla sonuçlandığını göstermektedir. Bu nedenle de isyanların başarısızlığını kamufle etmek gerekmektedir. Başarısızlıklara rağmen toplumsal belleği yönlendirmek konusunda sürekliliğin sağlanması Ermeni tarihinde gözlemlenen özgün niteliklerdendir. Yukarda anılan “Voskeporik” adlı ansiklopedide Ermeni tarihinde ilk başarı olarak kaydedilen Ermenilerin Perslere karşı isyanını ve bu isyanda elebaşı olarak adı geçen Vardan Mamikonyan’ı anlatan satırlar bu tutumu belgeleyen tipik örneklerden birisidir:
“Vardan Mamikonyan, yıkarak ve Perslerin seçkin atlı birliğini dağıtarak önde ilerliyordu. Bu savaşın tanığı ve katılımcısı olarak beşinci yüzyılda yaşayan Ermeni tarihçi Yeğişe ‘Vardan ve Ermeni Savaşı Üzerine’ adlı kitabında ‘Tarafların gürültüsü ve çığlığı tıpkı kara bulutların patlaması gibi işitiliyordu. Seslerin gürültüsünden mağaraların taşları oynuyordu…Korkunç seslerin verdiği bu büyük gürültüyü, birbirine vuran kalkanların şakırtısını, ok yaylarının vızıltısını kim anlatabilir?’ Vardan Mamikonyan askerleriyle cesurca savaşıyordu, ancak düşman mızraklarından yaralanarak düştü. Çarpışmada 1036 Ermeni, 3544 Pers can verdi. Sparazm [Ermeni ordularının başkomutanı] ve onun gibi pek çok komutanın ölümü Ermeni askerlerini geri çekilmek zorunda bıraktı, başarısızlığa uğramamış olsalar da kalelerde ve sığınaklarda güç topladılar. Ermeni halkının sarsılmaz kararlılığını gören II. Hazkert, Ermenileri Persleştirmek niyetinden vazgeçmek zorunda kaldı.”[17]
Bu metinde kullanılan üslup yenen ve yenilen tarafın ayırt edilmesine olanak vermemektedir. Metne göre, Vartan Mamikonyan Pers askerleri tarafından öldürülmüştür, Ermeni isyancılar mağaralara sığınmak zorunda kalmıştır, ama yenilen taraf Pers imparatorluğunun ordularıdır. Bugün Vartan Mamikonyan’ın Erivan’da Oğakadzev parkında bulunan anıt heykeli de bu yenilgiden en ufak bir işaret taşımaz, aksine galip bir komutan imgesini sembolize eder. Devlet geleneği olmayan halklarda görülen bu genel eğilimin psikolojik boyutuyla ilgili olarak Mısırolog A.B.Lloyd şöyle bir saptama yapar: “Geçmiş, yenilenlerin…bakış açısıyla bambaşka bir biçime bürünür: …bugünün mağlupları geçmişin tek ve gerçek muzafferleri olarak görülür.”[18] Lloyd ayrıca, bu mantıkla ürün verenlerin bugünün muzafferlerini sefil figürler olarak çizdiklerine de işaret etmektedir.
Ermeniler tarafından kaleme alınan metinlerde dikkat çeken bir başka özellik de kaydedilen tarihlerde görülen tutarsızlıklardır. 1964 yılında A.Martirosyan ve Y. Dukov’un yönetmenliğinde Yerivanskaya kinostudiya tarafından çekilen “Davit Bek” adlı filmde Ermenilerle ilgili olarak yalnızca bir öncekinde değil, yukarda yer alan alıntılarda anlatılanlarla uyuşmayan bilgiler verilmektedir. Filmde Ermenilerin İran Şahına karşı ayaklanmak istedikleri için 1713 yılında yardım talebiyle I. Petro’ya bir elçi gönderdikleri, I. Petro’nun (1672-1725) da Ermenilere kendi savaşları için kendi ordularını kurmalarını öğütlediği yansıtılmaktadır. Ayrıca filmde Ermeni prenslerin I. Petro’yla karşılaştıkları güne kadar askeri bir kimliğe bürünmeyi aşağılanma olarak kabul ettikleri vurgulanıyor.[19]
Jan Assmann’ın “Kültürel Bellek” adlı kitabında J. Vansina’ya ait isabetli bir ifadeye yer verilir. Bu ifade şöyledir: “En yakın geçmiş için yeteri kadar bilgi vardır, ancak geçmişe doğru gidildikçe bu bilgiler azalır.”[20] Bu düşüncenin devamında ise, tarih bilincinin toplumun veya bireyin kökeni ve bugünü üzerinde yoğunlaştığı vurgulanmaktadır. Bu tespitin Ermenilerin tarih anlayışındaki yansıması, olabildiğince uzak geçmişe duyulan yoğun ilgi şeklinde kendisini göstermekte bunun sonucunda da anlatılanlarla ilgili belgeler azalmaktadır. Belgeler azaldıkça, tarihçinin iddialarını tartışabilecek güçler yok olmaktadır. Bu yaklaşımın mantığını şöyle açıklamak mümkündür: Bir bilginin yanlış veya yalan olduğu belgelenemiyorsa söylenenlerin doğruluğu kabul edilir. Buna, “Ermeni tarihinin babası” diye adlandırılan Movses Horenatsi’nin yaşadığı dönemle ilgili anlatılanlar örnek olarak gösterilebilir. Horenatsi ile ilgili anlatılanların tutarsızlığı karşısında Ermeni edebiyat tarihçisi Abegyan şöyle tepki göstermektedir:
“Bir araştırmacı onun VII. yüzyılda, bir diğeri VIII. veya IX. yüzyılın başlarında, bir üçüncüsü ise IX. yüzyılın ikinci yarısının başlarında yaşadığını söylüyor. Hepsi de “Ermenistan’ın Tarihi” adlı eserin yazarı olarak şu ya da bu şahsı görmeye çalışıyor. Örneğin, araştırmacılardan birisi[21] VII. yüzyılda yaşamış Varaz Saak Bagratuni adında bir prens ve Movses Kertoh adlı bir episkopos bulmuş hiçbir dayanağı olmadan bunların Movses Horennatsi ve onun hamilini yapan Saak Bagratuni ile aynı şahıslar olabileceğini varsaymıştır.”[22]
Buna dünya kamuoyuna yönelik olarak yapılan çalışmalarda sık sık tekrarlanan “Hıristiyanlığı devlet düzeyinde ilk kabul eden halk Ermenilerdir,” şeklindeki efsaneyi de ekleyelim. Edebiyat tarihçisi V. S. Nalbandyan “Ermeni Edebiyatı” adlı kitabında bunu yalanlayan bilgiler sunmaktadır:
“Ermeni feodalleri, daha önce de söylediğimiz gibi, 301 yılında Hıristiyanlığı devlet dini yaparken Hıristiyanlığa büyük umut bağlamışlardı. Kral Büyük Tiridat, Hıristiyanlığı kendi siyasi iktidarını güçlendirmek için kullanmaya gayret ediyordu, aynı zamanda da Roma İmparatorluğuyla aynı dini paylaşmanın Pers tiranlığına karşı savaşta güçlü bir müttefik kazandıracağını hesaba katıyordu. Fakat, IV.-V. yüzyıllardaki olaylar bu umudu boşa çıkardı.”[23]
Bu noktada güçlü bir Hıristiyan müttefikle ittifak kurmak için Hıristiyan olan Ermeniler nasıl olup da “Hıristiyanlığı devlet düzeyinde kabul eden ilk halk” oluyorlar ve oluşturdukları bu imgeyle dünya kamuoyundan eleştiri almıyorlar sorusu cevapsız kalıyor. Bu gerçek, toplum belleğinin koşullandırmalarla yönetilmekte olduğunu bir kez daha belgeliyor.
Yukarda yapılan alıntılar Ermeni tarihçilerin belgelere karşı tutumundaki bir başka özelliğe daha işaret etmeyi gerektirmektedir. Bu tutum, gösterilemeyen belgeyle ilgili efsane yaratmak şeklinde tanımlanabilir. Bununla ilgili güncel ve somut bir örnek seçeceğiz. Diaspora Ermenilerinden Kevork Bardakçıyan Sözde “Ermeni Soykırımıyla” ilgili özel bir haber bülteni hazırlanmak için arşiv araştırmaları yaparken bu bülteni Hitlerin, Yahudi soykırımı için kendini savunmak amacıyla Türkiye’yi andığı iddia edilen sözleriyle bitirmeyi hedeflemiş ancak bu sözlerin kaynağına ulaşamamıştır. Uzun uğraşlar sonunda elde edildiği söylenen kaynak Bardakçıyan’a şu bilgiyi veriyor:
“Polonya’ya saldırısı sırasında Hitler, not alınmasını yasakladığı 2-3 saatlik konuşmasında tüm general kadrosuna acımasızca kıyım yapmaları emrini veriyor, Ermeni Soykırımıyla ilgili ünlü sözünü de işte bu anda [yani not almayı yasakladığı saatlerde] ifade ediyor.”[24]
Ermeni tarihinde gözlemlenen bu karakteristik özelliklerin oluşmasında Ermenilerin hangi devletin egemenliği altıda yaşadıkları, bu devletin komşularıyla olan ilişkileri ve Ermeni liderlerinin siyasi yönelimleri önemlidir. Tıpkı bugün olduğu gibi, 1918-1920 yılları arasında da Ermeniler devlet olma sınavı vermişlerdir. O günlerde de iktidarda tıpkı bugün olduğu gibi Taşnak Partisi vardı. Bu deneyim başarısızlıkla sonuçlandı ve Ermeni halkı bağımsız yaşamak yerine Sovyetler Birliği’nin egemenliği altına girmeyi tercih etti. Sovyetler Birliği döneminde yazılan tarih kitaplarında Ermenistan’ın Taşnak Partisi tarafından nasıl yönetildiği, 1918-1920 yılları arasında gerçekleşen olaylara tanıklık etmiş bir nesle hitap edilerek anlatılıyordu. Bu süreç içerisinde Ermeni halkının bireyleri Sovyetler Birliği döneminde yazılanlara itiraz etmediler. Üstelik bu tarihi kendileri, kendi anadillerinde yazdılar. Bu tarihçilerden birisi de yukarıda anılan Nersisyan’dı. Ermeni tarihçi “Ermeni Halkının Tarihi” adlı kitabında o dönemde Ermenistan’da neler yaşandığını şöyle anlatıyor:
“Taşnak Partisinin yönetiminde iki yıldan fazla bulunan ülke felaket sınırına gelmişti, Halk kitleleri yok olma tehdidi altındaydı. Taşnakların halk karşıtı politikası işçilerin giderek büyüyen direnişiyle karşılaşıyordu.”[25]
Bugün, Ermeni halkının belleğine yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Taşnak Partisiyle ilgili olarak yerleşen bu olumsuz imgelerin silinmesi gerekmektedir. Bu işlem dünya kamuoyunun gözleri önünde o dönemin yöneticilerinin tanıklıkları ve kararları hiçe sayılarak yapılmaktadır. 1991 yılından sonra kaleme alınan ve aynı bilim kuruluşları tarafından yayınlanan tüm kitaplarda konuyla ilgili sayısız veri toplanabilir. Barhudaryan’ın redaktörlüğünde 10. sınıf öğrencileri için hazırlanan ve 2001 yılında yayınlanan tarih kitabı da bunlardan birisidir. Bu kitapta H. A. Avetisyan tarafında kaleme alınan bölümde yukardaki bilgiler bütünüyle yadsınmaktadır:
“Hükümet hemen önlemlerini aldı. H. Kacaznuni başkanlığında hükümeti temsil eden bir delegasyon Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderildi. Buğday alımıyla ilgili bir antlaşma imzalandı…” [26]
Taşnak Partisinin bu kitapta sıralanan başarıları için tanık gösterilen Hovhannes Kacaznuni’nin 1924 yılında “Daşnaktsutyunn aylyevs anelik çuni” (Taşnak Partisinin Artık Yapacağı Bir Şey Yoktur) adlı kitabı Erivan’da yayımlanmıştır. Hovhannes Kacaznuni 1918-1919 yıllarında Ermenistan’ın ilk başbakanı olarak görev yapmıştır ve yukarda anılan kitabında Taşnak Partisinin özeleştirisini yaparak bu partinin başarısızlığının nedeninin partinin kendi güçsüzlüğünde yattığını belirtmiştir.[27] Bu kitapta yer alan bilgiler Barhudaryan ve ekibinin tarihi olayları değerlendirirken nesnel olamadıklarını ve kasıtlı olarak yanlış bilgiler sunduklarını belgeler niteliktedir. Ama bu yalnızca Ermeni tarihini ve kamuoyunu ilgilendiren basit bir tahrifat değil, dünya kamuoyuna yönelik çalışmaların bir parçasıdır. Ulaşılmak istenen hedefse, toplum belleğinin yeniden oluşturulmasıdır.
Toplumsal belleğin oluşturulmasında ortak bir mekan ve ortak bir tarih, devamlılığın sağlanması için ise, bağlayıcı unsur olarak imgeler, gelenekler, ritüeller işlevsel bir öneme sahiptir. Sözde “Ermeni Soykırımı” projesini hazırlayanlar ortak mekan olarak Anadolu’yu, tarih olarak da 24 Nisan 1915’i göstermekte, soykırım anıtlarını ise “sözde soykırımı” hatırlamak için kullanmaktadırlar.
11 Nisan 2006 tarihli Milliyet gazetesinde “Ermenilerin Derdi Türkiye’den Toprak” başlığını taşıyan bir haber yer aldı. Habere göre, Ermenistan’da yapılan bir kamuoyu yoklaması, Ermeni gençlerin tamamına yakınının toprak talebinden vazgeçilmemesini ve yüzde doksanının Türkiye’nin “Soykırım” iddialarını mutlaka tanımasını istediğini ortaya koymaktaydı.[28]
Sonuç olarak, “Ermeni Soykırımı” iddiasını gündemde tutan çevreler, psikolojik savaşa büyük ağırlık veriyorlar ve amaçlarına ulaşmak için kamuoyunun bu bilgileri tüm detaylarıyla bilmesini kasıtlı olarak engellemektedirler. Bu amaçla bilgileri tahrif etmekte veya kamuoyunu eksik bilgilendirmektedirler. Bu da hem Ermeni, hem de dünya kamuoyunun belleğinde Türk ve Ermeni halklarıyla ilgili yanlış imgelerin yerleşmesine neden olmaktadır. Bu açıdan “Ermeni soykırımı” iddialarıyla yalnızca Türk değil, Ermeni halkının da mücadele etmesi gerekmektedir. Ancak veriler, Ermeni halkının konuyla ilgili gerçek bilgiye ulaşma olanağının bulunmadığını ve Ermeni halkında böyle bir eğilimin olmadığını göstermektedir. Nedeni ise Ermeni halkının belleğini oluşturan kanalların yalnızca “Sözde Ermeni Soykırımı” projesinin sahipleri tarafından besleniyor olmasıdır.
KAYNAKLAR
[1] 11 Mayıs 2006 tarihli konferans metni (KHO).
[2]ASALA’nın gerçekleştirdiği terörist eylemlerle ilgili olarak bkz. Bilal N.Şimşir, Şehit Diplomatlarımız Cilt.1—2, Ankara: Bilgi Yayınevi, 2000.
[3] Ayrıntılı bilgi için bkz. Mikael Danielyan, ‘İdeoloji Olan Terörizm’, Çev. Birsen Karaca, Ermeni Araştırmaları, Sayı:14—15, Ankara, 2004, ss. 165—166.
[4] Bkz. Milliyet, 17 Mart 2006; Agos 24 Mart 2006.
[5]Andranik, Voskepokrik, Erivan: 1993, Cilt 1 s. 62.
[6]A.S.Garibyan ve C.A. Garibyan, Kratkiy Kurs Armyanskogo Yazıka, Erivan: 1970, s. 90.
[7] Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi bu makalenin yazarı tarafından kaleme alınan ve yayın aşamasında olan “Sözde Ermeni Soykırımı Projesi, Toplumsal Bellek ve Sinema” adlı kitapta sunuluyor.
[8] M.G.Nersisyan “Ermeni Halkının Tarihi”nde Ermenilerin Selçuklularla karılaştıkları dönemde Bizans İmparatorluğu’nun egemenliği altında olduklarını söyler. Bkz. M.G.Nersisyan, İstoriya Armyanskogo Naroda, Erivan: 1980, s. 139.
[9] Bkz. M.G.Nersisyan, İstoriya Armyanskogo…, s.50. Ayrıca, Ermenilerin yaşadıkları bölgenin Pers ve Roma İmparatorluklarının savaş alanı olduğu, bu nedenle bu iki büyük devletin yöneticileri arasında çözüm bekleyen bir sorun olarak hep gündemde kaldıkları elinizdeki makalenin yazarı tarafından değişik vesilelerle dile getirildi ve belgeler sunuldu. Ermenice ve Rusça kaleme alınmış kitapların Ermeni “devletini”nin, hatta “imparatorluğu” nun varlığından bahseden sayfalarında anlatılanların somut belgelerden yoksun olduğu da ilerde münferit bir çalışmayla kamuoyuna sunulacaktır.
[10]Musa Leran Herosamant, Voskeporik, Cilt 2, Erivan: 1996, s.349.
[11] URL: www.Armenian-genocide.org; www.musaler.com/photo-album; http://images.google.com.tr/imgres?imgurl= http: //www.mousaler.com/photoalbum/images/zmonumnt.jpg&imgrefurl=http://www.mousaler.com/photoalbum/&h=488 &w=329&sz=44&tbnid=NirJchqrjWVrlM:&tbnh=127&tbnw=85&hl=tr&start=1&prev=/images%3Fq%3DThe%2BMonument%2Bin%2BMusa%2BDagh%26svnum%3D10%26hl%3Dtr%26lr%3D%26sa%3DG adresinden alınmıştır
[12]A.S.Garibyan ve C.A. Garibyan, Kratkiy Kurs Armyanskogo…, s.177.
[13] Zakar Kanakertsi, Hronika, URL: http://www.vostlit.info/Texts/rus7/Kanakerci/text21.htm
[14] Ayrıca Ermeni kaynaklarına göre Bizans İmparatoru sıfatını almış yirmi Ermeni vardır. Bkz. http://www. armico.com/hayknet/ellib/znaete.htm. Bu ilginç sava, Yunanlı tarihçilerin vereceği tepki de bir o kadar ilginç olacaktır.
[15] M.G.Nersisyan, İstorya Arniyanskogo…, s. 111
[16]M.G. Nersisyan, İstorya Armiyanskogo…, s.109.
[17]Vardan Mamikonyan, Voskeporik, Cilt 3, Erivan: 1999, s. 155.
[18]Alıntı için bkz. Jan Assmann, Kültürel Bellek, Çev. Ayşe Tekin, İstanbul: Ayrıntı, 2001, s.86
[19]A.Martirosyan ve Y. Dukov, Davit Bek, Pro-vo Armyanskoy Kinostudii, Moskova: 1943
[20]Jan Assmann, Kültürel Bellek…, s.52.
[21] Yazar, eleştirisini yaptığı araştırmacının adını dip notla veriyor. Zaminyan, Hay Grakan Patmutyun, Nor Nahçevan: 1914.
[22]Manuk Abegyan, Istoriya Drevnearmyanskoy Literaturı, Erivan: 1975, s.142.
[23]V.S.Nalbandyan, Armyanskaya Literatura, Moskova: 1976, s. 9.
[24]Kevork Bardakçıyan, “Türklere Rehin Olan Özgürlüğümüz Bağımsızlıktan Sonraki İdealimiz Olacaktır”, Azg, 11 Hunusi (Haziran) 2005
[25]M.G.Nersisyan, İstoriya Arniyanskogo…, s.284.
[26]Hrant Aleksani Avetisyan, Hayastani Hanrapetutyunı (1918 t. Mayis—1920 t. Noyember), Erivan: 2001, s. 193.
[27]Ovannes Kaçaznuni, Taşnak Partisi ‘nin Yapacağı Bir Şey Yok, çev. Arif Acaloğlu, İstanbul: Kaynak Yayınları, 2005, s.63.
[28]Milliyet, 11 Nisan 2006.